18

91 20 5
                                    

y:n: oglum oy versenıze lan.

*

Hannibal'ı her yerde arıyordu fakat haftalar boyunca onu bulamıyordu. Ondan ümidini hiçbir zaman kesmedi, kesmeyecektide. Kesmemesi gerektiğini biliyordu çünkü Hannibal onu affetmişti. Onu bulacaktı fakat Will çok öfkeliydi. İnsanlara, Jack'e, avcılara... Will vampirlerin tarafına geçtiğinde onları daha çok anlamaya başlamıştı. Tamamen yalnızlardı, herkes onlardan nefret ediyordu ve kimse onları anlamaya çalışmıyordu. Sadece canice yakılıyorlardı, lotuslarla işkence ediliyorlardı. Will bunun aynısını insanlara yapma kararını almıştı, onları öldürecekti. Ayrıca ilk bölümlerde bahsedilen panzehirin bir geçerliliği yoktu, vampirin zehirleri öyle bir evrime uğramıştı ki artık bu panzehir bile buna engel olamıyordu.

Will sürekli Hannibal'ın duygularını hissediyordu. Onunla olduğunu biliyordu ama onun nerede olduğunu bilmiyordu. Yoğunluk olarak sadece keder duygusunu hissediyordu ve bu his, Will'in nefesini bir lotustan daha fazla kesiyordu. Yıldızlı gecede, sahilde otururken; onun burada olduğunu bilerek şöyle söyledi: "Seni affediyorum Hannibal ve senin için kurban vermeye hazırım." Ayağa kalktı. Yui'nin yanına ilerleyip eyerine bindi. "Gidelim kızım." Kayışı savurdu ve uçurumun yokuşundan çıkarak köye dört nala sürdü. Will köye yaklaştığında nöbetçi avcıları vurmakta zorlanmadı. Oklarıyla birlikte onları kolayca indirmişti. İçeride olacaklar yüzünden atına bir zarar gelmemesi için onu dışarıda bıraktı ve geçidin üstünden atladı. Bir evin çatısına çıkıp etrafa bakındı. Burayı yakmak üzereydi fakat bir şeyler yolunda gitmedi. Jack'in, evinden iki avcıyla çıktığını gördü. Onları gözleriyle takip ettiğinde, arka çıkıştan ormana gittiklerini gördü. Olabildiğince sessiz takip etmişti onları.

Ormanda kızıl saçlı bir kadının cesedi vardı. Ağaçların arasından Will, bu karanlıkta onun tam olarak kim olduğunu kestiremiyordu. Biraz daha yakınlaştığında, gazeteci Freddie olduğunu anlamıştı. Kadınının bir eli, aynı vücuduna olduğu gibi ince bir iple bir ağaca bağlanmıştı. Kendi kalbini elinde tutuyordu ama ortadan ikiye koparılmıştı. Elinden koluna kanı akmıştı. Yüzüne geçirilen küçük kancanın ucuna aynı ipten bağlıydı ve oda ağaca bağlıydı. Kendi kalbine bakıyormuş gibi görünüyordu. Bu ona, Hannibal'ın çizdiği resmi hatırlattı. Will'in resmini çizmişti ve buna benziyordu. (11. bölüm)

"Sana kırık kalbini bıraktı." Kulağına gelen tanıdık bir sesle o tarafa döndü. "Abigail..." Abigail oldukça güzel görünüyordu. Beyaz elbisesinin içinde, bu karanlık ormanda parıldayan tek şey oydu. Will'in gözleri doldu. Onun burada olmadığını biliyordu, en azından fiziksel bir şekilde. Yanına ilerledi, ona uzun uzun baktı. Abigail bir insan gibi görünüyordu, sıcak bir teni olduğu kesindi ve bu ten rengi ona çok uyuyordu. Sağlıklı görünüyordu, hiçbir kan lekesi yoktu. Kalbi yerindeydi. Mavi gözleri ile gülümseyerek Will'e bakıyordu. Onun yanağına elini koymaya çalıştı ancak gerçekten burada olmadığı için ona dokunamadı. "Abigail, benim yüzümden iki kez öldün... çok özür dilerim. Kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğimi biliyorsun değil mi?" Oğlanın gözünden yaşları taştı ve yanaklarından süzüldü. Abigail bir şey demediğinde Will kendisini daha da suçlu hissetti. Kendi saçlarının arasına, başının iki yanına parmaklarını geçirdi. Hafifçe başını da yere eğerek ağlamaya başladı. Buna ihtiyacı vardı, oğlan kendisini oldukça kaybolmuş hissediyordu. "Ne yapacağımı bilmiyorum; onu nasıl bulacağımı, seni nasıl affettireceğimi, ruhunun nasıl göğe kavuşacağını bilmiyorum! Abigail... ben..." Abigail, onun ellerini tuttu, başını sıkan ellerini. "Başını eğme." Will şaşırarak başını kaldırdı ve ona baktı. "Teşekkür ederim, yıllar sonra bana insan olduğumu hissettirdiğin için; bir çocuk olduğumu anladığın için. Yaşadığımdan beri kimse bana senin gibi bir muamele yapmamıştı, beni arayıp önemsememişti. Sanırım kendimi hiç böyle değerli hissetmemiştim." Elini, Will'in ıslak yanağına yerleştirdi. "Hoşçakal, kendine iyi bak. Onu bulacağına eminim, diğer hayatımızda hepimiz güzel bir aile olalım." Onun gülümseyerek ışıltılı bir şekilde kaybolduğunu gördü. Abigail'ın, onu affettiğini bilmek Will'i rahatlatmıştı. Ruhunun göğe ereceğini bilmek, onu sevindiriyordu. Hızla göz yaşlarını sildi. Abigail'ın duyguları onun için çok önemliydi, onu böyle hissettirdiğini bilmek, Will'i mutlu ediyordu.

Cesede dönüp baktığında çoktan gitmişlerdi. Freddie de orada yoktu, bunu halktan saklayacaklardı. Hannibal'ın burada bir yerde olduğunu biliyordu, belkide şu an ona çok yakındı fakat onu bulması için ne yapması gerektiğini biliyordu. Köye geri döndü. Böyle bir geceyi aydınlatması gerekirdi. Bu gece özel bir geceydi. Tüm cephaneliğin yerini ve Jack'in, onların yerlerini değiştirmeyecek kadar aptal olduğunu bilerek yanlarına ilerledi. Şişelerce molotof vardı, birini alarak bezi yaktı ve elinde hafifçe salladı şişeyi. Gülümsedi, vampirlerin diri diri yanarken nasıl acı çektiklerini onlara hissettireceği için oldukça heyecanlı hissediyordu. Evsiz olan avcıların çoğunun kaldığı kulübenin camından içeri fırlattı. İçeride yaklaşık yirmi avcı olmalıydı. Molotof anında patlamıştı, çığlıklar ona fazla uzak olmayan geçmişini hatırlattı. Vampirlerin çığlıklarıda buna benzerdi. Bir molotof daha aldı, anında onuda yakarak bir diğer yirmi kişilik kulübeye fırlattı. Tekrar aynı çığlıklar Will'in kulağını çınlatıyordu. Bütün köyü şimdi mi yakmalıydı? Hayır, herkese yavaş yavaş acı çektirecekti. Olduğu yerden hızla fırlayarak uzakta fakat köyü net bir şekilde görebileceği yerde durdu.

İnsanların, evlerinden koşarak çıkışlarını ve yanan avcıların etrafa koşuşunu seyretti. Bu sefer vahşi bir hayvana benzeyen onlardı. Bir sağa bir sola, panikle koşuyorlardı. Köyün bir kısmı alev almıştı ama belli ki köylüler durumu kontrol altına almaya başlıyorlardı fakat bu daha yeni bir başlangıçtı. Will, Hannibal'ı bulana kadar onlara acı çektirmeye devam edecekti.

koi no yokan // hannigramHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin