"Duyduk duymaydık demeyin! Melekler krallığımızı kutsamak için dünyaya indi!"
Küçük bir çocuk elindeki eski kağıdı sallayarak bağırdı. "Duymayan kalmasın! Şeytanlar ile melekler savaşa hazırlanmaya başlamış!" dedi başka bir çocuk da. Diğerleri de şehrin duyuru duvarına dedikoduların yazılı olduğu kağıdı yapıştırıyordu.
"Ne yazıyor? Ne yazıyor!?" Duvarın önüne toplanan büyük bir grubun arasından okumayı bilen bir genç sıyrıldı. "Gerçekler diyor."
"Bu kadar mı?" dedi yaşlılıktan gözleri görmeyen kadın. "Melekler gücünü kaybetmiş!" Herkes şaşkınlıkla birbirine bakarken konuşmalar başlamıştı. "O yüzden mi 200 yıldır huzura kavuşamıyoruz?"
"Şeytanlar burayı işgal edecekmiş!" Herkes şaşkınlıkla ağzını kapatırken ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Savaş dahilinde kaçmalılardı. "Tanrı hala yaşıyormuş!" Gencin söyledikleri herkese şaşkınlık yaratıyordu. "Tanrı ölmüş mü?" diye sordu bir kadın. "Ben size Tanrı'nın gücünün sonsuz olduğunu söylemiştim!" dedi adam sinirle. "Siz o hainlere taptınız!" diye de devam etti. "Meleklere nasıl hain dersin?!" dedi başka bir adam o adamın boynuna sarılarak.
"Artık şeytanlara inanacağım. Yamato'daki salgını onlar yendi." dedi bir kadın. "Sen zaten bir şeytansın!" dedi bir adam. "Başkalarının altına yattığını bilmiyor muyum!?" Kadın duyduklarıyla adama saldırdı. Her taraftan farklı bir ses gelirken etrafta büyük gürültü oluşmuştu. Halk an itibariyle üç gruba ayrılmıştı. Şeytana tapan, meleklere tapan ve Tanrı'ya tapan. Şeytana tapanlar azınlık iken en çok da kavga onlardan dolayı oluyordu.
Yapılan şikayetlerden dolayı askerler olay yerine gelerek tartışmaları durdurmuştu. Ardından yaşananlar kralın kulağına kadar gidince kral bunun için Felix'i çağırmış ve konuyu tartışmaya başlamışlardı. "Ne yapacağız? İnsanlar inancını kaybederse meleklerin gücü azalacak."
"Melekler bu kadar güçsüz mü?" dedi Felix boş bulunarak. Kral Alexander şaşkınlıkla Felix'e baktı. "Felix, kendine gel! Aklını mı yitiriyorsun!?" Felix ne yaptığını fark ederek hızla eğildi. "Affedin, bir hata yaptım majesteleri. Ne yapacağımıza gelecek olursak..." Kral, Felix'in gözlerindeki pişmanlığı görerek yaptığı hatayı görmezden geldi. "Yüce meleklerin ülkemizi kutsaması gerekir. İnsanlar bu sayede tekrar onlara inanacaktır." Kral Alexander düşünceli bir şekilde başını salladı. "O zaman onları saraya çağır. Ne yapacağımızı tartışalım." Felix itiraz etti.
"Korkarım ki bunu yapamam." Kral kaşlarını çattı. "Emrime itaat etmediğinin farkında mısın?" Felix gülümsedi. "Sevgili kralım, asıl siz kimleri ayağınıza çağırdığınızın farkında mısınız?" Kral Alexander, farkındaydı. Ancak amacı farklıydı. "Ne istediğinizi görüyorum kralım. Ancak onların boynunu eğdirmeye çalışırsanız bir bakmışsınız ki boynu eğilen siz olmuşsunuzdur."
"Bu tehdit mi?" Felix başını iki yana salladı. "Yanılıyorsunuz. Ben sadece ülkemin geleceğini düşünüyorum." Kral sinirle odadan çıkarken Felix yalnız başına oturmuş düşünüyordu. Buradan en kısa sürede gitmeliydi.
Baekhyun sabah farklı bir odada uyandı. Başka bir farklılık daha vardı. Chanyeol'ün kolları arasındaydı. Chanyeol gözlerini kapatmış bir şekilde ona sıkı sıkı sarılmıştı. Bu sarılma hararetini arttırmış ve terlemesine neden olmuştu. "Uyumadığını biliyorum. Bırakır mısın." Bu daha çok kibarca bir emirdi. Chanyeol bu sefer daha sıkı sarıldı. "Yapamam." Baekhyun iç çekti.
"Bugün katedrale gideceğiz." dedi Chanyeol. "Neden?" Chanyeol'ün hala gözleri kapalıydı. "Kız kardeşini alacağız." Baekhyun'un gözleri büyüdü. "Ne?" Chanyeol mırıldandı. "Bundan sonra seni mutlu edeceğime söz verdim." Baekhyun'un kalp atışları hızlandı. "Teşekkür ederim."
"Etme. Mutlu olmak senin hakkın. Şimdi biraz daha uyumak istiyorum." dedi Chanyeol yüzünü Baekhyun'un boynuna gömerek. Hatasından dolayı onu neredeyse kaybedecekti. Sevgiyi fazlasıyla hafife almıştı. Ancak kararlıydı. Aşkına sahip çıkacaktı.
Baekhyun da kollarını sardı. Eliyle beyaz kısa saçları okşamaya başladı. Tekrar gözleri kapanırken içinde küçük bir heyecan vardı. Ortada verilen bir söz vardı. Biri bu sözünü tutuyorsa diğeri de tutacaktı.
Baekhyun tekrar uyandığı vakit onu izleyen Chanyeol'un gözleri ile karşılaştı. "İyi uyudun mu?" Başını salladı. "Herkesi katedrale çağırdılar. Gidelim." Baekhyun konuşmadan önce dudaklarını ıslattı. "Herkesi mi? O niye?" Chanyeol'ün gözleri bir süre orada oyalansa da kendisiyle birlikte Baekhyun'u da yataktan kaldırdı. "Halk arasında gerginlik var." Baekhyun şaşırdı. "Ne gerginliği?" Chanyeol sırıttı. "Meleklerin işe yaramadığını öğrenmişler. Gerisini orada öğreniriz."
Baekhyun'un gömleğinden kurtularak dolaptan çıkardığı yeni gömleği aldı. "Bugün böyle giyinelim." Baekhyun'u geleneksel kıyafetlerden kurtararak krem rengi kumaş pantolon ve beyaz gömlek giydirdi. Bir bebeği giydiriyormuşçasına baştan aşağı onunla ilgilenmişti. Kendisi de siyah bir gömlek ve pantolon giymişti. "Öyleyse gidelim."
Baekhyun'un elinden tutarak odadan çıktı. Kapıda bekleyen Kang şaşkın bir şekilde ellerine baktı. "Arabayla mı gitmek istersin yoksa ışınlanarak mı?" Baekhyun ışınlanma işinden pek hoşlanmadığı için arabayı seçti. Onlarla aynı arabaya binen Kang tekrar ifadesiz suratını takınsa da gözlerini birbirine bağlı ellerden alamıyordu.
Sonunda katedralin önüne geldiklerinde Rowoon onları karşıladı. "Buradan efendim." Gözleri Chanyeol ile Baekhyun'un birleşik ellerinde kaldı. Baekhyun elini çekmeye çalışsa da Chanyeol izin vermedi ve onu içeriye kadar sürükledi. Baekhyun odaya girmeden önce elini Chanyeol'un elinden çekti ve içeri girdi. Chanyeol da daha fazla inat etmeyerek onun ardından girdi.
bir kere de chanyeol ve baeki mutlu görelim dimiii
bu haftanın son bölümü 15 bölüm kaldı bitmesinee
son yaklaştıı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan ile Anlaşma
FanfictionBaekhyun hayatı boyunca kız kardeşini korumaya çalışır ve hayatını gizlice yaşar. Ancak bir gün kız kardeşini kaybeder ve şeytan ile anlaşma yapmak zorunda kalır. Gündüzleri takı satıp geceleri suikastçılık yapan Baekhyun, şeytan tarafından nasıl bi...