14

61 12 11
                                    


"Hyung! Yoongi hyung!" Jungkook'un sesiydi bu. "Tanrım! Hyung!" Taehyung da yanındaydı elbette. Koşarak yanıma gelmişlerdi. "Tüm gün seni aradık!" Jungkook ağlamaklı bir şekilde sarılmıştı bana. Taehyung da çok endişeli görünüyordu. "Bize neden haber vermedin hyung!?"

"Evet! Yazıyı yayınlamanın ardından şirkete gittik, evine gittik, hastaneye, oraya buraya, her yere gittik. Korkudan ölecektim hyung!" Taehyung bana kızmıştı bir bakıma ama haklıydı da onları endişelendirmiş olmalıydım. "İkiniz de susun ve sadece sarılın bana." Ben böyle diyince Taehyung da bana sarılmıştı. İki küçük kardeşim. İkisi yıllarca aile olmuştu bana.

"Hyung, biz çok endişelendik." Taehyung saçımı okşuyordu. "Bir daha böyle habersiz gitme hyung." Jungkook da sıkıca sarmıştı beni. "Yalnız kalmaya ihtiyaç duydum. Özür dilerim sizi korkuttuğum için." İkisi de başlarını kaldırıp annemin mezarına bakmışlardı. "Bayan Min yine çok güzel görünüyor. Çiçekler çok yakışmış." Çiçeklerle olan öykümü biliyorlardı.

Küçükken, henüz yedi yaşındayken, babam evde olmadığında annem ile evimizin bahçesine çıkardık. Evimizin bahçesi hep çiçeklerle doluydu. Ama bahçenin bir köşesinde hiç çiçek yoktu. Orası bana hep batıyordu ve anneme sürekli orayı söylüyordum.

Bir gün yine çıktığımızda annem beni o köşeye götürmüştü. 'Benim küçük kedim, burayı güzelleştirme zamanımız geldi.' Benim küçük kedim derdi bana hep, güzel annem. Yanında getirdiği kürek, tırmık ve saksıdaki çiçekleri göstermişti bana. Beraber çiçek dikecektik. Bu bir ilk olacaktı bizim için ve bu yüzden çok kıymetliydi.

'Al bakalım minik kedim.' Bana bunu diyerek küçük küreği uzatmıştı. Onun dediklerini yaparak ufak bir çukur kazmıştım. 'Aferin bebeğime!' Alnıma bir öpücük kondurmuştu. Sonrasında beraber saksıdan beyaz gül fidelerini çıkarıp açtığım çukura kökleri gelecek şekilde yerleştirmiştik. Daha sonra beraber toprakla iyice etrafını kapatmış ve düzeltmiştik. Beyaz gül fidesinin çevresine bir sürü küçük çiçek de dikmiştik ama en özeli o beyaz güller olmuştu.

Bir sonraki yıl o beyaz güller büyümüştü. Annemin saçlarına takmıştım her birini. Simsiyah saçlarına beyaz güller çok yakışmıştı. Kucağına oturup saçlarını düzeltip oynardım. O da beni mutlulukla izlerdi ama son zamanlarda gözlerindeki ışıltıyı görememeye başlamıştım. Buna rağmen iyi olsun diye gülümsemiştim, saçlarını okşamaya devam etmiştim.

Bunlardan bir yıl sonra da dayanamamıştı zaten. Gitmişti güzel annem. Cenaze töreninde ağlamama bile izin verilmemişti. Babam onun mezarına sembolik olarak karanfil bırakmıştı. Ama ben biliyordum ki onun en sevdiği çiçekler beyaz güllerdi.

*

Akşam yemeğinde hyunglarım ve Taemin ile masada oturuyordum. Beşimiz okul dışında sürekli vakit geçiriyor ve eğleniyorduk. Yine eğlenceli geçen bir akşamken kapımız çalmıştı. "Ben bakarım!" Masadan kalkmış ve kapıya yönelmiştim. Açtığımda tanımadığım iki kişiyle karşılaşmıştım. "Buyurun?"

"Merhaba, biz Park Jimin'e gelmiştik. Kendisi burada mı?" Bana gülümseyerek bakıyorlardı. "Jimin benim. Ya siz?" Daha uzun boylu olan konuşmuştu. "Ben Taehyung ve bu da Jungkook." Hafızam güçlüydü ve o an ahjussinin sözlerini hatırlamıştım. Tanışmanı istediğim birileri var. Taehyung ve Jungkook Seninle yaşıt sayılırlar. Şirkete ait vakfımız okutuyor onları ama ikisi de benim küçük kardeşlerim gibi. Bu yüzden tanışmanı istiyorum.

"Ahjussinin kardeşlerisiniz değil mi? Yani manevi olarak?" İkisi de başını sallamıştı. "Jimin onunla aranızda geçen her şeyi, senden ilk nasıl hoşlanmaya başladığını, seni nasıl sevdiğini ve onun tüm hayatını biliyoruz. Şu anki duruma bakıldığında senin de bilmen gereken şeyler olduğunu düşündük." Bu cümleleri büyük bir ciddiyetle söylemiş olması beni tedirgin etmişti.

draw of our kiss | yoonmin ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin