20

66 15 14
                                    


Ertesi sabah büyük bir mutlulukla uyanmıştım. İyi hissediyordum. Bu iyi hisle aşağı inmiştim. Biz de kalan Taemin de yeni uyanmış ve Hoseok hyung ile sohbet ederken Seokjin ve Namjoon hyung da bize kahvaltı hazırlıyorlardı. "Günaydın!"

"Günaydın Jiminie!" Hepimizin modu iyiydi. Hep de böyle olmalıydık. "Ne zaman gideceksin Yoongi hyunga?" Taemin de en az benim kadar heyecanlıydı. "Akşam hastaneden çıkınca gideceğim. Hastaneden çıkacağım, karşıya geçeceğim ve işte onun yanındayım!" Hepimiz buna gülmüştük. Cidden uzun süredir bu kadar kısa mesafe varken doğru düzgün yan yana gelmemiştik.

"Bu harika olacak!" Taemin ile gülüşürken sohbet etmeye devam etmiştik. Daha sonra Namjoon hyungun çağırması ile hepimiz masaya yerleşip kahvaltı etmiştik. Güzeldi, hepimiz gülümsüyorduk. Bana destek oldukları için mutluydum.

*

Ofisteki koltukta uyanmıştım yine. Tanrım! Daha rahat bir koltuk almalıydım. Her bir yanım tutulmuşken kapım çalınmıştı. Kalkıp kendime çekidüzen vermiş ve açmıştım. "Efendim, birkaç evrak ile ilgili onayınızı almalıyım." Tanrı aşkına! Şu an iş görmek istemiyordum. "Sonra getirin." Çıktıktan sonra tekrar kendimi atmıştım koltuğa.

Sikeyim! Canım çok sıkkındı. Jimin hala gelmiyordu. Son gündeydik. Bu gece saat on ikiyi vurunca her şey bitecekti. Geriliyordum, korkuyordum ama bir yandan da hâlâ bekliyordum. Gelecekti, gelmeliydi, gelmesini istiyordum.

*

"Doktor Bang ile ameliyata gireceğim hyung." Öğlene doğru önemli bir ameliyata hazırlanıyordum. "Ameliyattan çıkınca mı gideceksin?"

"Öyle görünüyor. Çünkü bir kalp ameliyatı ve biliyorsun çok hassas bir durum. Uzun sürebilir." Bu durum beni gerse de iyi bir doktor olmak için her şeye razıydım. "Umarım iyi geçer ameliyat. Doktor Park! Bu çok havalı!" Gülüşmüştük Hoseok hyungumla. "Ah, neyse. Ameliyattan çıkınca ara, merakla haberlerini bekleyeceğiz."

Destekliyor olmalarının sadece lafta olmaması benim için çok özeldi doğrusu. "Tamam hyung, ararım. Şimdi kapatıyorum, görüşürüz!" Telefonu kapatıp odaya bırakmıştım. Daha sonra ameliyata girmek için hazırlanmaya başlamıştım. Eldivenleri de elime geçirince tamamdım!

*

Tanrım! Doktorluk, cidden zordu! Saat on birde başlayan ameliyat beşte bitmişti. Altı saat boyunca ameliyathanede kalmak beni yormuştu. Ama neyse ki başarılı bir ameliyat gerçekleştirmiştik. "Aferin Jimin! Çok iyiydin!" Doktor Bang beni kutlarken gülümsemiştim. Ameliyat hakkında konuşmuştuk ve sonra da yanından ayrılmıştım.

Tamamen temizlenip odaya gitmiştim. Sandalyemi cam kenarına çekmiş yağan yağmura bakıyordum. Hava kararıyordu yavaştan. Birazdan da çıkıp ahjussinin yanına gidecektim. Karnım kasılıyor ve heyecanlanıyordum düşündükçe. Onu özlemiştim, gerçekten çok özlemiştim.

Bir şeyler atıştırıp dinlenmiştim ve artık çıkabilirdim. Önlüğü bırakıp kendi kıyafetlerimi giymiştim. Daha sonra da çantamı alıp çıkışa doğru yürümeye başlamıştım. "Jimin! Çabuk! Acile! Büyük bir trafik kazası olmuş! Onlarca yaralı var! Buraya getiriliyorlarmış! Hadi!" Yanımdan koşup giden Taemin'in bağırışlarıyla ben de panik olmuştum.

Hemen odaya dönüp çantamla ceketimi sandalyeye fırlatmış ve önlüğümü kapıp acile fırlamıştım. Tanrım! Bu nasıl bir kazaydı böyle! Yanımdan geçip giden sedyeler, ağlayan çocuklar, anneleri, babaları... Hepsi büyük bir faciayı işaret ediyordu.

Hemen yaralı insanlara yönelmiştim. "Durumu nedir?" Duygularımı geriye atıp işimi yapmalıydım, hayatımı buna adamıştım. Önümde yatan hastanın karnına cam kırıkları saplanmıştı. Canının acısıyla ağlıyordu. Ona bir yandan sakin olmasını söylüyor diğer yandan tedavi etmeye uğraşıyordum. "Canım acıyor! Lütfen!"

Kadının ağlayışı içime dokunuyordu. "Sakin olun. İlaçlar etki edecektir. İyileşeceksiniz, bir şey olmayacak." Son derece monoton konuşarak sakinleştirmeyi amaçlamıştım. Daha sonra birkaç kişiyle beraber sonunda cam parçalarını çıkarabilmiştik. Onlar kontrol ederlerken ben başka bir yaralıya yönelmiştim ve sonra da başka bir yaralıya.

*

Ofisimin camından hastanenin önüne bakıyordum. Felaket bir yoğunluk vardı. Ambulanslar gelip gidiyor ve belli ki ciddi bir karmaşa yaşanıyordu. Seul'deki bu zincirleme kaza resmen bir facia olmuştu. Çok yaralı ve ölü vardı, bir yandan da açık televizyondan haberleri dinliyordum.

Jimin de orada olmalıydı. İnsanları kurtarıyor ve onlara ilaç oluyor olmalıydı. Meleğim benim, insanları yaşatıyordu. İşi başından aşkınken gelemezdi. Hem zaten gelmek istese bunca vakti varken gelirdi. Daha neyi zorluyordum bilemiyordum.

*

Saatlerce yaralılarla ilgilenmiştim. En son yorgunluktan yere çöküp sırtımı duvara yaslamıştım. Oturup ağlayacaktım şimdi. O kadar çok ağlayış duyuyordum ki ister istemez etkileniyordum. "Doktor amca." Yanıma küçük bir çocuk gelmişti. "Bir şeyin mi var? İyi misin?" Yerimden kalkmaya yeltenirken bana sarılmıştı. "Teşekkür ederim doktor amca. Annemi kurtardınız."

Tanrım! Gözlerim dolmuştu işte. "Tabii ki kurtaracağım. Merak etme, annen daha da iyi olacak." Parlak gözlere sahip çok tatlı bir çocuktu. Henüz 8-9 yaşında görünüyordu. Ama bu sözleri ve sarılması çok iyi hissettirmişti bana. "Annenin yanında gidelim ve onu kontrol edelim tamam mı?"

Kanlı eldivenlerimi çıkarıp elinden tutmuştum. Beraber annesinin yanına gitmiştik. "Küçük kedim." Annesi, küçük çocuğa böyle seslenmişti. Bu bana ahjussiyi hatırlatmıştı. Hayır! Ya saat on ikiyi geçtiyse? Ya her şey bittiyse?

Annesi ile sarılan çocuğa gülümserken bir yandan da annesini muayene etmiştim. Bir sorun yok gibiydi. Daha sonra yardım için çağıran başka birinin yanına geçmiştim. Acil sakinleşse de yaralanan çok kişi vardı. Hastaya müdahale ederken aklımda tek dönen düşünce ahjussiydi.

*

Hastane biraz olsun sakinleşmiş görünüyordu. En azından artık yeni yaralı gelmiyordu. Saatler olmuştu. Hava kararmış ve yağmur artmıştı. Saate çevirmiştim bakışlarımı. Saat on ikiye yedi vardı. Yedi dakika.

Yoğun olduğunu biliyordum ama zaten bu saatten sonra gelmezdi. Boşuna beklemiştim, boşuna ümitlenmiştim. En iyisi bu şehri de duygularımı da terk etmekti.

*

Saate çevirmiştim bakışlarımı. Saat on ikiye yedi vardı. Hayır! Hayır! Yedi dakika içinde gitmezsem her şey bitecekti. Hızla gözlerimi etrafta gezdirmiştim. Herkesle illaki biri ilgileniyordu. "Jimin! Gitmedin mi yoksa? Ben burayı hallederim. Tanrım! Koşsana hadi!" Taemin'in söylediği ile uyanmış gibi olmuştum. "Tamam, tamam! Koşuyorum! Gidiyorum!"

Elimde eldivenler, üstümde kan bulaşmış önlüğüm ve yorgunluktan bitik halimle koşmaya başlamıştım. Acilden çıkıp o an arabalara bile dikkat etmeden koşuyordum. Vaktim çok çok azdı. Kapıdaki güvenlikler beni görmüş ama durdurmamışlardı, belli ki beni tanıyorlardı. Boş binaya girmiş ve asansöre koşmuştum. Girdiğim gibi basmış ve beklemeye başlamıştım.

Saat kaçtı bilmiyordum, belki de geç kalmıştım, belki de bitmişti zamanım. Telefonum da yanımda değildi. Tanrım! Asansör o an çok yavaş çalışıyordu sanki, delirecektim. Sonunda en üst kata yani ofisin olduğu kata gelmiştim. Kapıya koşmuş ve direkt içeri girmiştim.

Hayır, hayır, hayır! Yoktu, boştu odası! "Ahjussi, hayır!" Duvardaki saat tam on ikiyi gösteriyordu. İşte gelmiştim ama yoktu. "Hayır, hayır, bitmemeli böyle." Dizlerimin üzerine çökmüştüm. Ağlamaya başlamıştım. "Olmaz, böyle bitmemeliydi."

#######

kendim kadar kaotik bir insan görmedim amk bıktım kendimden yeto

draw of our kiss | yoonmin ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin