Yoongi hyung'la geldiğimiz yer de elime Yeonjun'un verdiği bira şişesiyle oturmuş, biramı içiyordum. Karşımda öpüşürken duvarlara sprey boyayla boya yapan Jungkook'un çizdiği grafitiyi incelemeyi de ihmal etmiyordum.
Kafasın da Van Gogh olmayı planlıyordu galiba. Çünkü baya iyi çizmeye başlamıştı. Sıktığı her sprey boyayla en ufak ince ayrıntıyı bile atlamıyordu. Geliştiğini gördükçe aklıma onunla ilk tanıştığım andan itibaren buraya gelip çizim yapmaya başladığımız günler geliyordu.
Tabi o zamanlar pek değil hiç güzel grafiti çalışması yapamıyordu. Zaten derdi boya yapmakta değildi, son sınıflardan çıkan benim peşime takılıp arkadaş olma çabalarıydı. Ben ise sadece yanımda taşıdığım siyah pembe boyalarımla boş bir arazi duvarı bulup grafiti çalışması yapma derdindeydim. O da başta benim dikkatimi çekmek için grafiti çalışmalarıma bayılmış, beni taklit etmişti. Ne kadar edemese de...
Şuan çizdiği grafiti de bir kalp vardı. Kırmızı olması gerekirken grimsiydi. Siyahlaşmamış ama sanki koyulaşmaya bir adım ötesi vardı. Bir yanının yaralandığını anlatmak istiyordu. Kalbin yarısı ise çeşitli çiçekler barındırıyordu. Her çiçeği kalbin yarısına işliyordu. Çiçekleri tek renge değil de bir kaç renge, cıvıl cıvıl tonlara boyuyordu.
Oldukça hoştu. Şahsen her figürü sevmezken bunu sevmiştim.
"Jimin, şu Jungkook'u al yanımdan çıldıracağım!" diye bağıran hyung'la biramı tekrar dikleyip, bir yudum daha içtim. Boğazımı hafiften yakmıştı.
"Sevgilinden bana ne hyung, bak başının çaresine."
"Seni sikik gösteririm ben sana! Ama Jungkook, cidden öpücüğe boğuldum!" yoongi hyung'un bana dediğiyle sırıtırken tekli koltukta iyice yayıldım. Jungkook'a söylediğiyle ise kahkaha attım. Sıkılmıştı Jungkook'un her spreyi sıkışından sonra dudaklarına kapanmasından.
"Of yoongi, iki dakika duramadın. Sanarsın kıçına tekme atıyorum. Seni öpmeyince ilham falan gelmiyor. Doğru düzgün çizemiyorum anlasana!" Jungkook'un olduğu yer de tepinmesiyle yoongi hyung'un göz devirdiğini fark ettim.
"Kıçıma tekme atsan daha iyi dudaklarım şişti." onlar kavgalarına devam ederken kucağımda olan titreşimle, telefonuma mesaj gelmişti.
Biramı bir elimde uyuşukça tutarken telefonumun ekranını açıp kimin yazdığına baktım. Gördüm linda adıyla ise çoğunlukla yaptığım gibi göz devirdim.
Linda
Neredesin aptal? Sınıfına geldim yoksun. Annem eve birlikte gelmemizi söyledi.
Aptal kelimesinde takılı kalırken biramı tuttuğum parmaklarımdan birini file çorabıma geçirip çektim. Bazen hayatı sorguluyordum, niye böyle ikizim olduğu için. Hem homofobik olduğu yetmiyormuş gibi bir de şu kelimeleri adam tüketirdi.
Ben
Ben okulda değilim.
Tek git sonra geleceğim ben.Yazarak ekranı kapayıp tekrar biramı dikledim. Ardından ise girişten giren san-ha ve Ji-su'u görmemle gülümseyerek ayağa kalkıp elimde ki şişemle ve sprey dolu çantamla onlara doğru ilerledim.
"Nerede kaldınız cidden? Bu iki sevgilinin kavgalarını dinlemekten başım şişti." yalpalayarak yürürken biranın biraz çarptığını anlamıştım.
"Ji-su regl olduğu için bugün günün de. Okula beni çağırdı ve yakamı bırakmadı, onu geçtim dışarıda da çikolata diye tutturdu. Aldıklarımı ise beğenmedi, tekrar tekrar alayım derken öldürdü beni." San-ha'nın da söylenmesiyle sırıtırken kollarının arasına soktum kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
● The Monster İnside Me ●
Fanfiction"Aslında konuşmak için biraz geciktik değil mi? En başında aklımdakileri sana sormam gerekti. Sevgililer böyle yapardı ama ben yapamadım. Mesela bu ilişki de yeteri kadar diyalog kurmadan seninle öpüşüyoruz, senin bana her dakika dokunmanı istiyorum...