Canım çektiği için sabah erkenden kalkıp kendime güzel bir omlet tabağı hazırlamıştım. Her an, her yer de canım bir şeyler çekiyordu ve bu bence kötüydü. İnsan masanın üzerinde duran, başkasının meyve suyunu ister miydi?
Ben istiyordum.
Hayatım boyunca feminist bir insan olmuştum ve en sounda kadınların çektiği bu dramı da öğrenmiş oldum. Şimdi yediğim tabakla derin bir nefes çekerken saatin sekiz buçuğa geldiğini fark ettim. Dokuz da dersim başlıyordu ve koşamayacağım için kalkıp hazırlanmam gerekiyordu.
Bu yüzden ilk önce tabağımı çatalı mı musluğa bırakıp lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp, dişlerimi de fırçaladıktan sonra derin bir nefes daha aldım. Odama geçtiğim de hemen dolaba bakınmaya başladım. Bir yandan da canım çilekli ekmek çekmeye başlamıştı. Ama şuan yiyemeyeceğim için başımı iki yana salladım. Dert etmem gereken başka şeyler vavrdı.
Kıyafetlerim artık olmuyordu. Hala anlamamış olanlar varsa eğer ve neden diye soracak olursa içim de bir bebek var. Karnım da dört aylığına girmiş bir fetüs vardı. Genişlemiştim, kilo almıştım. Eskisi gibi giyinemez olmuş, herkesi şaşırtmaya başlamıştım.
Benim için ise alışması zor bir durumdu...
Bir aydan beri durmadan giydiğim eşofmanlardan birini alıp bacaklarıma geçirdim. Önümde çok olmasa da büyümüş bir karın vardı ve belli etmemek için arkadaşlarıma dahi zor yaklaşıyordum. Şu ana kadar anlamamalarını da giydiğim usta büyük tişörtler sağlıyordu. Ancak bunu beşinci aydan sonra saklayamayacağımı bildiğimden gerim gerim de geriliyordum.
Anatomi böyle bir şeye el vermezdi ve bunu öğrenen olursa olacakları düşünemiyorum bile. Bu yüzden arkadaşlarımdan bile tamamen kopmayı düşünüyordum. Hayatım zorlaşıyordu ancak iki aylığa kadar umursamadığım fetüse zor da olsa alışmıştım.
O benim bebeğimdi ve bu okul sürecinde onunla savaşacaktık. Şimdiye kadar savaştığımız gibi... Mesela babasını gördüğümde karnıma tekme atmayı ve kendini hissettirmeyi azaltmaktan başlaya bilirdik buna.
Evet o tek kaldığım bu hayatta benim şuanlık yoldaşımdı.
Üzerime giydiğim hodie ile iki aydır bakımında zorlandığım saçlarımı bağladım. Annemin inatla boyatmaya çalıştığı saçlarımı dört aydır boyatmıyordum ve kızıllıklarım omzuma gelmişti bile. Ancak bu sıralar saçlarımı kestirmeyi düşünüyordum çünkü sarılar kötü duruyordu. Sadece kıymak zordu, saçlarımı seviyordum.
Ayağıma oturup geçirdiğim çorap ve ayakkabıyla, alışkanlığım olarak bırakmadığım akşamdan hazırladığım çantam sayesinde çantamı omzuma alıp ayaklandım. Ardından telefonumu ve bu tuhaf hamilelik sürecinde yanımda taşıdığım para kartım olan küçük çanta mı da alıp evden ayrıldım.
Bir yirmi dakika da geldiğim okulla kapının girişinde onunla karşılaştım. İçimdekinin babasıyla... Bana bakıyordu ve her gün yaptığı gibi bunu sürdürüyordu. Yanıma gelmese de süzüşleri iki adım ötemdeydi. Beni izlediğini biliyordum ancak yanına da tıpkı onun gibi ben de gitmiyordum.
Şimdi onun bakışlarından kurtulmak için başımı eğip okula girdim. Arkamda onun yürüdüğünün farkındalığıyla içim de ki fetüs yine tekmeyi basmıştı. Bu şimdiden böyleyse yakında karnımı göçürürdü.
"Jimin, Jimin, Jimin!" ananızın ama yani. Yanıma koşan Taeyong ile duraksarken yanımdan geçip giden ona baktım. Ancak bakışlarımı hemen kendisine çeken bir Taeyong da olmuştu.
"Hiç etrafına da bakmıyorsun zilli." deyip koluma girmesiyle, birlikte çıktık okul merdivenlerinden.
"Dün iki tur pes attım, yorgunum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
● The Monster İnside Me ●
Fanfiction"Aslında konuşmak için biraz geciktik değil mi? En başında aklımdakileri sana sormam gerekti. Sevgililer böyle yapardı ama ben yapamadım. Mesela bu ilişki de yeteri kadar diyalog kurmadan seninle öpüşüyoruz, senin bana her dakika dokunmanı istiyorum...