° thirty-two ° Yakalanmıştık...

346 17 14
                                    

Dersler her anlamda zorluyordu. Sınavlar yaklaşmıştı, ben ise durduraksız ders çalışmaya gayret gösteriyordum. Bir hayalim vardı ve bunun için sevgilimle bile daha az buluşur, konuşur olmuştum. Onu en çok gördüğüm zaman dilimi okul da oluyordu, o da kendi derslerinde iken.

Diğer vakitlerin ise sadece dersti. Ders çalışmak için arkadaşlarımla bile bir dönem konuşmazdım. Yine öyle olmuştu, onlar ise benim bu halimi anlamıştı. Annem diş doktoru olmam için beni zorbalamaya başlamıştı, bunun yolu ise çalışmaktaydı.

Tabi linda gibi bunu gerçekten kabul etmemiştim. Tıp üniversitesi kazanıp kendi istediğim yönde ilerleyecektim. Sadece o güne kadar annem bilmeyecekti o kadar. İkizim için ise bu biraz değişikti. Kabul etmişti ama laylaylom geziyordu. Bu sebebten de biraz kendimi kapatmıştım. Yine linda yüzünden sınıf tekrarı yapmayı kabul edemezdim.

"Jimin, burnun kanıyor!" Başımı eğmiş sorunun cevabını bulmaya çalışırken sarsılmamla ve kulak tırmalıyıcı sesle başımı kaldırmıştım ki Sun'ı görmüştüm.

"Ne bakıyorsun masum masum, hangi alemdesin? Bay Woo, Jimin'in burnu kanıyor." benimle konuşurken ona, boş bir duvar gibi baktığımdan öğretmene doğru dönüp konuşmuştu. Ben ise odaklanmaktan zar zor çıkıp elimi burnuma götürerek burnumu kontrol ettim. Kanı görmemle yine kanamaya başladığını fark etmiştim. Ders çalışmaktan bu aralar burun kanamam artmıştı.

"Sorun yok sun, dersi böldüğümüz için kusura bakmayın bay woo." Demiş ardından çantamdan peçete mi çıkarıp burnuma tutmuştum. Bir kaç dakika içinde geçecekti sonuçta.

"İyimisin sen? Bayan hee'nin dersinde de kanamış."

Şuan beşinci dersteyim ve burnum fazla çalışmaktan ne yazık ki kanamaya başlamıştı. Herkeste olabilecek bir şey olduğundan kısa cevaplarla öğretmeni yanıtladım. Ardından tahmin ettiğim gibi kesilen kanamayla ıslak mendille elimi ve burnumu silip notlarımı almaya devam ettim.

En sonunda tenefüs zilinin de çalmasıyla kitapımı defterimı kapatıp ayaklandım. Karnım fazlasıyla acıkmıştı, bir tost ve içecek alıp gömmem gerekti. Sınıfta tenefüs olduğu için herkes kendi gruplarında konuşurken ben ise kapıya varıp koridora biraz hızlı çıkmış olmalıyım ki yine birisine çarpmam bir oldu. Daha doğrusu ben değil de o çarpmıştı bu yüzden alnıma elimi koyup sızlama yüzünden inledim.

"Dikkat etsene, yürürken nereye bakıyorsun." Acıyla söylenmeye başlamıştım ki gördüğüm kişiyle kaşlarım çatıldı.

"Hadi ben dikkat etmiyorum da sen de dikkat etmiyorsun." Diye benim gibi terslemesiyle yanından çekildim.

"Hey nereye gidiyorsun?" Yanından uzaklaşacakken kolumdan tutmasıyla kolumu kendime çektim.

"Sana ne? Bilerek karşıma çıkıyor gibisin, uzak dur."

"Kuruyorsun baya baya bakıyorum. Aşık mı oldun yoksa sen bana-"

"Delirdin mi sen? Saçma sapan konuşma. Bir daha da dikkat et." Konuşma tavrı, söyledikleri her şeyi ile sinir ediyordu insanı. Sözünü kesmemle şok olacak ki gözlerini büyütmüştü fakat sadece yüzümü izlemişti. Ben ise yanından çekilerek uzaklaştım.

Şu çocukla Yoongi hyung sâyesinde katıldığım keman derslerinde de fazlasıyla karşılaşır olmuştum. Aklımda kurmuyorum, bakışları dahil dediğim gibi hissettiriyordu. Keman dersin de, o gün okulda karşılaştıktan sonra da dahi gözlerini üzerimde yakalıyordum. İzlenilmek hissi iğrençti. Bunlara rağmen ben ise ismini dahi bilmiyordum.

"Hey Jimin Jimin Jimin!" Kantinin girişinde ismimin tanıdık bir sesle bağırılması ile sesin geldiği yöne baktım. Bana doğru koşan Jungkook'la tebessüm edip yanıma gelmesini bekledim. O da zaten sadece iki saniye de yanıma koşmak değil uçmuş, bir de yanağımı öpmüştü.

● The Monster İnside Me ●Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin