Okulda sıramda oturmuş dersi dinliyordum. Bu sıralar derse daha da yoğunlaşmıştım. Benim için düşüncelerden arınmanın tek yolu dersti. En çokta hayalim. Belki başka kişiler vazgeçerdi ama ben vazgeçemezdim. Hayatımın tamamen yalan olduğunu öğrendiğim günden bu yana bir buçuk aydan fazla geçmişti ve alışmama en çok yardımcı olan nesne hayalimdi.
Elime sevdiğim mesleği aldıktan sonra sadece mesleğime odaklanacaktım. Bu yol en rahatlatıcı olandı. Şimdi soruları çözmeye çabalarken bir yandan da fizik dersinin ne zaman bu kadar zorlaştığını kavramaya çabalıyordum.
Bir yılda müfredat mı değişmişti ne olmuştu yani. Her neyse yine ultra mega zekamla çözdüğüm soruyla cevabı söyledim ve arkama yasladım. Öğretmenin de gururlu bakışını yüzünden seçtim. Okulu boşladığım bu dönem bütün öğretmenlerim merak etmişti tamam ideolojimiz uymaya bilirdi ama beni merak etmişlerdi.
Bu bir tık mutlu etmişti beni. Sevmeseler de merak ediyorlardı...
Şimdi zil çalıp herkes tenefüse çıkarken ben masaya başımı yaslamış, dinlenmek için çabaladım. Okumak gözümü yorduğundan dışarıya çıkmak yerine gözlerimi kullanmak en iyi seçenek oluyordu.
"Jimin!" adımın bağırılması sınıfta yankılanırken Ji-su'nun sesi çok netti. Arkadaşlarım gelmişti.
"Jimin tatlım bize baksana." san-ha'nın sesiyle derin bir nefes alırken, başımı kaldırıp onlara baktım. Yoongi hyung, Yeonjun ile gözleri doldu dolacak bana bakıyordu.
"Ne oldu? Kafeterya'ya falan gitsenize siz." derken, arkama yaslanıp rahat bir konum aldım.
"Sen buradayken nasıl gidebiliriz? Hadi kalk, birlikte gidelim hyung." diyen ve elime yaklaşan Yeonjun ile gülümsedim.
"Konu tekrarı yapacağım, yoksa gelirdim tatlım." cevabımla Ji-su omzumdan iteledi.
"Ya ne dersi, iyice aştın ama sen bu ders işini. Çıldırtacaksın beni, seni özledim aptal." diyen Yeonjun ile dudak büzdüm. Halim de yoktu ki şimdi kafeterya'ya inmek için.
"Hiç halim de yok ki balım. Siz gidin çıkışta bakarız."
"Yine bahane üretiyorsun." diye söze atlayan Jungkook ile bakışlarım onu buldu. Kollarını bağlamış sessizce geriden beni izliyordu.
"Jimin kaç gün geçti, o günden beridir ölü gibisin. Bize dön arkadaşlarına dön artık." diyen yoongi hyung ile elim karnıma yol alırken başımı eğdim.
Ruhsuz olduğumun farkındayım. Ama onlara açıklama yapacak cesaretim yoktu. Onların gözü önünde öğretmenime tokat atmıştım ve onlar susmuşlar, soru bile sormamışlardı. Ancak artık bu durum, bilinmezlik onları çıldırtıyor gibi bir izlenim vardı yüzlerinde. Aslında neden böyle olduğumu öğrenmeye çalışıyorlardı.
"Annen gitti, tamam bu seni alt üst etti. Fakat o günden beri bizim yanımızda değilsin. Aslında çok önceden yanımızda değildin. Jimin ailene ne oldu bilmiyoruz, sen gittiler diyorsun ama-"
"Konuşmak istemiyorum yeter." dedim. Sözünü sert bir tavırla kesmemle beraber Ji-su oflarken yoongi hyung gözlerini devirdi.
"Bu yolun sonu iyi değil. Derslere odaklandın diye bizden kendini soyutlayamazsın. Tamam annen, kardeşin gitti ama bu hayatın sonu değil. Eğlen demiyoruz arkadaşlarınla konuş diyoruz. Yalnız değilsin, biz varız ya hani..." diye söze atlayan Jungkook ile gözlerimi yumdum.
"Konuşmak için zamanım var. Anlasanıza toparlanamıyorum, zorlanıyorum. Bir takım bir şeyler oldu ve ben kaldıramıyorum. Anlatamıyorum, sadese hayatta bir anda tek kaldığınızı düşünün." her şeyi anlatamasam da bu konu da beni anlaya bilmelerini istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
● The Monster İnside Me ●
Fanfiction"Aslında konuşmak için biraz geciktik değil mi? En başında aklımdakileri sana sormam gerekti. Sevgililer böyle yapardı ama ben yapamadım. Mesela bu ilişki de yeteri kadar diyalog kurmadan seninle öpüşüyoruz, senin bana her dakika dokunmanı istiyorum...