Bağırtımla arabayı aniden durdurmuş ve bana bakmıştı. Ben ise araba da olduğum gerçeği yüzünden dudaklarıma elimi kapamıştım. Gerim gerim gerilmişti şimdiden miğdem.
"Jimin, bu durum biraz psikolojik gibi değil mi sence de?" diye yanımda konuşmasıyla kaşlarım çatıldı.
"Ne psikolojisi, ölcek gibiyim. Üzerine kusucam bak şimdi." dedim. O ise pis pis kahkaha attı.
"Tamam kusta, arabayı durdurdum. Hala karnını tutuyorsun?"
"Arabaların içine takıntım var!" bağrımıştım, o ise karnımda ki elime elini atıp sertçe çekmişti.
"Arabanın üstü açık? Bence biraz rahatla, mesela zirve de olduğunu düşün. Yola bakma, geçtiğimiz yollarda ki çiceklere ağaçlara bak." demişti. Ne yapacağımı veya söyleyeceğimi bilemediğim için sadece susarken bana gülümsedi.
"Bence bu durumları yıkmalıyız. Sadece bu seferlik dene." demesiyle, dudağımı ısırdım. Ensem terlemişti şimdiden ancak arabayı çalıştırması yüzünden arkama sıkıca yaslanıp, kemerimi taktım. Bence yapabilirdim, inanırsam bir seferlik miğdeme hakim olabilirdim.
Öyle de oldu. Asla yola bakmazken geçtiğimiz ağaçlı yolları izledim. Bazen gözlerimi kapadım, bazen gerilecek gibi olmamla küçük çığlıklar attım. Tabi anneme haber verdikten sonra da oturduğum koltuğa iyice kurulmuştum.
Miğdem yüzünden korkuyordum ancak öyle güzeldi ki yüzüne rüzgarın çarpması, hem de bir crovlette gidiyorsanız. Hayal etmesi bile zordu... Sanki boynumu saran bir kumaş parçası 70'li yıllarda yolculuk yapıyordum.
Nostalji severdim... Havası bile bir garipti. Aşkların ise en güzel olduğu zamanlardı bence. Gözlerimi kapayarak huzuru hissetmek için düşüncelerimi bir anlık durdurdum. Kalkıp bir an kendimi ön cama yaslayarak kollarımı iki yana açmak istedim. Eminim en iyi o an özgür bir kuş gibi hissedebilirdin.
"Nereye gidiyoruz?" Dudaklarımdan fısıltıyla çıkmıştı sesim. Gözlerimi aralamamıştım, sadece verilecek cevaptaydım.
"Bilmem nereye gitmek istersin?" Demişti. Ses tonu öyle değişik geldi ki kulağıma bir anlık gözlerimi aralayarak bay Kim'e baktım.
"Tamam... Bir kafeye gidebiliriz." Aklıma beklemeden aldığım soruyla başka bir şey demek gelmemişti.
"Cevap vermeni beklemiyordum."
"Neden?"
"Çünkü kafe için yarım saattir yolda olmak saçma olurdu. Sen ise bunun farkında bile olmadan rüzgara kendini odaklamıştın." Demesiyle kaşlarım havalanırken başımı hızla önce arkama sonra etrafıma çevirerek baktım.
İyice ağaçlarla kaplanmış, ormanlık alanda ilerlediğimizi görmemle gözlerim büyürken merak duygum kabardı. Baştan beri gideceğimiz yeri planlamıştı ve ben bunu şuan anlamıştım. Gittiğimiz yol git gide daha da sığlaşırken arabanın tekerlerinin taşlar da nasıl kaydığını tanımladım. Bir kaç dakika içinde ise merakım, gözlerimin büyüyüşüyle giderildi.
"Yok artık... Beni at çifliğine mi getirdiniz?"
Gördüğüm büyük mü büyük ormanın içine saklanmış at çiftliğiyle heyecanla ona doğru döndüm. Bir kolunu kapıya yaslamış ayağını gaz pedalından uzaklaştırırken sesli bir yanıt vermeden başını salladı. En sonunda durmamızla kapıyı aralayıp inecekti ki uzanarak kolunu tuttum.
"Bay kim ben at binmeyi bilmiyorum. Hem korkarımda, hiç gelmedim demem ironik olsa da at çiftliğine ilk kez getirildim." Biraz utanarak konuşmuştum.
"Korkmana gerek yok, ben yanındayım. Hem korkuyorsan birlikte, benim genel de sevdiğim at'a yaklaşırız ve birlikte bineriz." Elimin üzerine yavaşça koyduğu eline gözlerimi tıpkı onun gibi yavaşça indirerek baktım. İster istemez aklıma birazcık unuttuğum spor odası gelirken gözlerine bakarken yutkundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
● The Monster İnside Me ●
Fanfic"Aslında konuşmak için biraz geciktik değil mi? En başında aklımdakileri sana sormam gerekti. Sevgililer böyle yapardı ama ben yapamadım. Mesela bu ilişki de yeteri kadar diyalog kurmadan seninle öpüşüyoruz, senin bana her dakika dokunmanı istiyorum...