Eski günler, mutluluklar hatta üzüntülerle pişmanlıklar bile özleniyordu bazı zamanlar, çünkü yaşadığımız mutluluklar eskiye göre daha az mutlu ediyor; üzüntü ile pişmanlıklarsa daha fazla acı veriyordu. Sanırım giderek her şeyin bozulması saflığımızın bozulmasından kaynaklanıyordu.
Uçağın küçük camından izlediğim dünya öylesine saftı ki hep bu uçakta bu pencereden müziğin sesi ile izlemek istedim . Gökyüzünü yeryüzünde izlemek hayal kurduruyordu ama yakından izlemek huzue veriyordu.
Azad'ın yanımda var olduğunu unutmaya çalışarak, müziğe kendimi bırakıp camın ardındaki gökyüzünü izlemeye bıraktım. Diyarbakır'a gitmeden önce hissetmek istediğim tek şey huzurdu ve masmavi gökyüzü istediğim huzuru az da olsa karşılıyordu birazda müzik, tamamdı işte. Yetmezdi ama yeterdi. f
Azad kulaklığımı çektiğinde ona istemsiz bir bakış attım. Kulağımdan çıkardığı kulaklığı kendi taktı ve oldukça normal bir şekilde bana baktı.
"Bakışların beni rahatsız ediyor, önüne dönersen müzik dinleyeceğim."
Diğer kulaklığı da kulağımdan çıkardım. Sinir ile gözlerine baktım. Nasıl beceriyordu hiç bir şey olmamış gibi davranmayı? Ben mi çok anormaldim yoksa o mu?
"Kendi telefonundan dinle."
Dedim ve kulaklığımı kulağından almaya çalıştım ama sadece çalışmak ile kaldım. Elim hafif kalkmıştıki Azad sanki bunu yapacağımı biliyormuş gibi elimi hemen tuttu.
"Kulaklığım yok,"
Yalan söylemeyi bilmeyen bir insanın yalan söylemesi çok saçmaydı sonra benim gibi her şeye kanan insanlar bile anlıyordu yalan söylendiklerini.
Çantamda yedek olarak taşıdığım kulaklığı Azad'a verdim. Dudaklarını ıslattı ve biraz kulaklığa baktı. Yeni bir bahane, yeni bir yalan.
"Bu şarkıyı beğendim, benim telefonumda bu şarkı yok,"
"Neşet Ertaş'ın her parçası olan adamda bu türkü mü yok, güldürme beni. Neyse ne. O zaman bana sen telefonunu ver."
"Seninle aynı parçayı dinlemek istiyorum."
Gözlerine diktim gözlerimi amacını anlamak istiyordum fakat gözlerinden hiçbir şey belli olmuyordu. Zaten Azad ne zaman belli etmişti ki duygularını? Ah, tabii ki hiç bir zaman.
"Niye?"
Diye sordum. O da benim gibi duygularımı anlamak istiyordu fakat şöyle bir şey vardı ki bende onun gibi duygularımı saklamayı öğrenmiştim. Körle yatan şaşı kalkıyordu
"Ne hissettiğini anlamak istiyorum."
Alay edermişcesine güldüm. Beni anlamak istiyordu. Ne oldu benim odun Azad'ıma?
"Peki ya ben senin ne hissettiğini nasıl anlayacağım?"
Mavi gözlerimi odakladığım kahverengileri yumuşadı. Büyük eli yüzümü avuçlamak istedi ama ben yüzümü onun elleri daha gelmeden geri çektim oysa onun ellerini yüzümü avuçlamasına ihtiyacım vardı.
"Ben seni hissediyorum."
"Hissetme beni!"
Uçaktan birkaç kişinin yüzü bize döndü fakat Azad hepsine kısa bir ölümcül bir bakış atınce geri önlerine döndüler. Azad'ı sinir etmek içim toplum içinde ona sesinizi yükseltin kesinlikle ama kesinlikle onu sinirden kudurtursunuz fakat konu kendisinin toplum içinde birilerine bağırmasıysa abartan taraf olurdunuz. Ah şu Azad ve değişik huyları.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Kuma-
General FictionAh, Azad! Senin isminin benim dilimde 'pişmanlık' anlamına geleceğini hiç düşünmezdim!