Kırmızı.
Kimi zaman bir şehvetin rengi olurken bazen bir iç yakarış, bir acının rengi olabiliyordu. Kırmızı aşkın sembolü olduğu kadar şeytanında sembolüydü. Öyleyse aşk, sinsi bir şeytandı.
Şu an bulunduğum durum kırmızı tehlike çanlarını belli ediyordu. Nedenini bilmiyordum ama Azad'ın eve geldiğimizde deyim yerinde ise burnundan soluyordu. Birine patlamamak için kendini zor tuttuğunun farkındaydım. Bana patlamasını istemiyordum çünkü daha onunle henüz arayı düzeltmişken tekrardan bozmak istemiyordum.
Diğer yandan bu kadar sinirinin arasında Fırat olayını nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Azad'a anlatmam gerekiyordu çünkü elbet bir gün öğrenecekti ve ben aradan çok zaman geçmeden söyleyip kurtulmak istiyordum. Belkide bu yüzdendir bahçe salıncağında Azad'ın göğsünde sesim çıkmadan oturmam.
"Sinirli olduğumu biliyorsun değil mi?" dediğinde gülümseyerek kafamı salladım. Sessiz kalmamın sebebi buydu zaten. Biraz sakinleştikten sonra onu tekrar sinirlendirecek şeyler söyleyecektim çünkü. "Biliyorum, o yüzden susuyorum."
"O zaman yanlış yapmaktan bir an evvel vazgeç. Beni bir tek sessin sakinleştirebilir," dediğinde bir an ağzımdan bir 'Ooo.' nidası çıkacaktı fakat kendimi zorla tutarak onun yüzüne baktım. "Bugün senin olduğu kadar benim içinde kötü bir gündü aslında," dedim doğru zamanın gelmeyeceğini anlayarak. Beni bir tek sesin sakinleştirir, diyordu ama sesimin can verdiği kelimeler onu sinirlendirecekti biliyordum.
"Neden?" Bir terslik olduğunu anlamıştı. Birazda olsa yumuşamış kasları eski sertliğine geri döndüğünde cümleyi değişitirmek istedim ama bu olayın daha fazla kendi içimde saklamak istemiyordum ve bunu anlatabileceğim kişi sayısı sınırlıydı: Azad ve Seren. Seren mesajlarından anladığım kadarı ile aşk böceği olmuştu ve onun bu hâlini bozmak istemiyordum hem zaten Baran'a söyleme olasılığı fazlaydı. Azad ise... Bu olaya şiddet ile olsada son verebilecek tek kişiydi denilebilirdi.
"Fırat, bugün seninle konuştuktan sonra beni kenara sıkıştırdı."
Azad birden beni kenara iterek ayaklandı. "Ne dedin sen?" diye bağırdı. O kadar çok bağırmıştıki sesi bahçenin içinde titreyerek yankılanmıştı. Ağaçlar bile sanki korkudan hışırtılarını kesmişti. "Bana bir kaç şey söyledi," dediğimde gözlerini kapatarak nefes aldı. "Ne dedi sana?"
"Boş ver, bir kaç önemsiz kelimeden başka bir şey değil," dedim sinirlenmemesi için ama bu onu daha fazla sinirlendirmişti. "Sen söylemezsen ondan öğrenirim. Hemde hiç hoş olmayan yöntemler ile." Sesi eskisine göre daha sakindi ama hâlâ sert idi.
"Şey, senin Azrail'in olacağım, dedi." Kelimeler ağzımın içinden dışarı çıkmamak için direniyordu ama bu direniş mağlubiyet ile sonuçlandı. Ayağa kalkıp, "Hangimiz hangimizin Azrail'i oluruz görürüz şimdi," deyip hışım ile eve doğru yürüdüğünde Azad'ı tutmak için peşinden gittim ama Azad çoktan telefon açmıştı birilerine. Elbette Fırat'ın ayağına gitmeyecekti, onu ayağına getirecekti.
"O iti evinden alıyorsun, getiriyorsun Baran." Bu kadar kısa ve özdü. "Azad, saçmalama. Öldürecek misin onu?"
"Sinemis, sus ve git uyu," dedi. Fırat bana zarar veremezdi ki. Azad gibi dediği dedik, güçlü, saygın biri varken o ne olurdu ki? "Azad senin gibi biri benim yanımdayken o bana zarar veremez ki!" diye isyan ettim. Kollarımı tuttu ve sertçe gözlerime baktı. "Canı acıyan bir insan her haltı yer, anladın mı? Buna değil ben, tüm dünya karşı koyamaz. Şimdi kulaklıklarını takıp, uyu."
Gözlerimi devirdim. Kendimi kötü çocuk filmlerindeki kötü çocuğun saf sevgilisi gibi hissediyordum. Pekâlâ saf olabilirdim ama kötü çocuk filminde değildim, değil mi?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Kuma-
General FictionAh, Azad! Senin isminin benim dilimde 'pişmanlık' anlamına geleceğini hiç düşünmezdim!