Dicle'nin Ağzından;
İnsan neden değişmek isterdi ki? Neden kendini soyutlamak isterdi insanlardan? Neden kötü bir profil çizip, o profilin arkasına saklanmak isterdi?
Kendi isteği ile yapmazdı hiç kimse bunları. Yapmak zorunda bırakılırdı. Ben değişmek, benliğimi kaybetmek istemedim. İnsanlardan uzak durmak istemedim. Kötü biri olmak ve o kişiliğin arkasına asıl beni saklamak istemezdim.
Daha ufacık bir çocuk ne anlardı ki aşktan? İşte ben anlamıştım. Beni kardeşinden farksız olarak gören, çocukken bile asi, ulaşılmaz olan Azad'a, minik kalbimi vermiştim. O kalp çok kırıldı, hırpalandı, aşağılandı ve o kalbin yaşadıkları beni bir tercih yapmaya zorladı. Ve bu tercihin sonunda sevdamdan vazgeçmemek için kendimden vazgeçtim.
Canım yana yana değişmek zorunda kaldım. Ait olduğum yerden, insanların yanından kendimi geri çektim. Sonra adım kibir ile eş değer,kötü biri, yani şu anki ben ortaya çıktı.
Şimdi ise konuşacak bir çok şeyim olmasına rağmen konuşabilecek kimsem olmadan bu tepede, adaşım Dicle Nehri ile başbaşa oturuyordum.
Kimseye iç dünyamı göstermek istemiyordum çünkü anlamayacaklardı, biliyordum.
"Beni yaşamaya bağlayan kimse yok,"
Diye mırıldandım kendi kendime. Benim yaşamamı isteyen kimse yoktu. Ben kimsenin umurunda değildim. Ayağa kalktım ve kollarımı iki yana açtım.
"Senin çetin kollarına kendimi atsam, kimsenin umurunda olmam. Hatta kimse öldüğümü bile anlamaz."
Bir adım daha attım uçurumun ucuna doğru. Bir adım daha atacakken, fazlasıyla güçlü kollar tarafından tutuldum ve geriye doğru çekildim. Kaşlarımı çatıp, beni saran kollara döndü bakışlarım. Bakışlarımı görünce kollarını çekti.
"Benim umurumda olurdun cadaloz,"
Dedi ve işaret parmağı ile burnuma vurdu yavaşça. Parmağını geri çekemeden, sıkıca kavradım. Ve delici gözlerim ile komşu köyün ağası olan Fırat'a baktım.
"Bu parmağı alır senin kıçına sokarım,"
Dedim ve sertçe ittim parmağını. Vücuduma yayılan sinir dalgası öyle güçlüydü ki, canımı sıkan her kişiyi öldürebilirdim. Bu da demek oluyordu ki, hayatımdaki herkesi öldürebilecek kadar sinirliyim.
"Bu asi tavırların çok seksi olduğunu biliyor musun?"
Gözlerimi devirdim. Dizimi bacak arasına sertçe indirdiğimde acı ile inledi ve geri çekildi.
"Gece gece belanı mı arıyorsun, Fırat?"
Dedim ve bu sefer ben ona doğru ilerledim. Acısının geçmemiş olduğunun farkındaydım ama benim karşımda iki büklüm durmak istemiyordu, ondan dolayı dimdik karşımda duruyordu.
"Güzelim, gel konuşalım adam gibi."
"Seninle ne konuşacağım ben,"
Tam gitmeye yeltenmiştim ki beni kolumdan tuttu ve gözlerini gözlerime dikti. Mavi gözlerinde, benim her ayna baktığımda gördüğüm şey vardı. Sevgi. Beni sevdiğini biliyordum, babası gelip babam ile konuşmuştu ama babam ret etmişti.
"İstersen otur bana bir ağız dolusu küfür et, senin sesinden çıkan her şey güzel."
Tamam, biri ile konuşmak iyi gelebilirdi. Hem en fazla ne olurdu ki? Ölür müydüm? Zaten ölmemiş miydim ben? Gözlerini kapattım ve derin bir nefes aldım.
"Canımı sıkarsan seni uçurumdan aşağı yollarım,"
Dediğimde gülümsedi ve kolumda olan elini elime indirdi. Boşta olan elim ile elimde olan eline vurdum. Gözlerimi kısarak baktım laciverte yakın mavi olan gözlerine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Kuma-
General FictionAh, Azad! Senin isminin benim dilimde 'pişmanlık' anlamına geleceğini hiç düşünmezdim!