Medya Sinemis'in giyindiği elbise. Bölümün şarkısı ise Mazhar Alanson'dan Ah Bu Ben, ne kadar klasok bir şarkı olsada bölüme ne güzel uyan şarkı buydu.
Yazım yanlışları ve noktalama işaretlerinde yanlışlıklar yaptıysam, şimdiden özür dilerim.
Herkese iyi okumalar!
Adalet... Dünyada en çok ihtiyacımız olduğu ama en mahrum bırakıldığımız kavram. Hatta o kadar mahrum bırakılmıştık ki adaletin ne olduğunu bile bilmiyorduk. Adalet neydi? Yanlışa yanlış ile mi karşılık vermek mi? Hiç sanmıyorum.
Ya da Dicle'nin ölmesi adalet kavramının içine giriyor muydu? Hayır, bu kadar saçma olamazdı bu dillere destan kavram.
Ne hissedeceğimi bilemiyordum. Dicle'nin ölmesi beni mutlu etmeliydi belkide. Ya da sadece ben olup öldüğü için üzülmeliydim. Ama ben her ikisinide yapamadığım için her ikisinin ortasındaki hissizlik çukurunda sallanıp duruyordum.
Azad gittiğinden beri aynı şarkıyı dinliyordum fakat düşüncelerimin sesi dinlediğim şarkının tadını çıkartmıyordu. Azad gideli iki saat olmuştu ne o beni aramıştı ne de ben onu. İçimdeki bir ses onu aramam içindürtsede elim telefona varmıyordu hem oradaki durumu bile bilmiyordum. Belki çok kalabalık bir ortam vardı. Sonuçta bir bedenin yok olmasından bahsediyorduk, ne olursa olsun ailesi üzülüyor olması gerekirdi değil mi?
Karanlık bahçenin içini aydınlatan far, karanlığa alışmış gözlerimi yaktığında gözlerimi kıstım. Azad'ın geldiğini gördüğümde yerimden kalkıp onu karşılayacaktım fakat bunu anında yok ettim. Hatta bir ara neden uyumayıp, onu beklediğimi bile düşündüm. Gerçekten onu neden beklemiştim ki?
Hayır, onu beklememiştim. Düşüncelerimin susmasını beklemiştim.
Kulaklıklarımı çıkarırıken, evin içinde bir hareketlenme meydana geldi. Aslında fikrim yatağa girip uzanmak olsada Azad'ın beni gçrdüğünü biliyordum. Ona karşı ilgisiz olmak istemiyordum ama kalp kırıklıklarımı da hiçe sayamıyordum.
Dışarıda rüzgâr olduğu için saçlarım birbirine girmişti bu yüzden hızla ellerim ile saçlarımı düzelttim ve odadan çıktım. Pekâlâ, bazı şeyleri yok sayabilirdik.
Azad'ın annesi ve babası onunla bir şeyler konuşuyorlardı. Fazla yüksek konuşmadıkları ve benim uzağımda oldukları için duyamıyordum. Bir de uzun süre yüksek ses ile müzik dinlediğim için de kulaklarım uğulduyordu.
Salona girip oturduğumda, Azad bana kısa bir bakış attı. Gözlerinde hoşnut bir ifade vardı fakat içinde bulunduğumuz durumdan dolayı o hoşnutluk dudaklarına yansımamıştı.
"Dicle'nin Fırat ile ne alakası olabilir ki?" diye sordu Azad'ın annesi. Fırat'ı komşu köyün saygın bir ailesinin tek oğlu olarak biliyordum ama bunu Naciye annem gibi bir Dicle ile bir bağlantı kuramamıştım. "Fırat'ın Dicle'yi sevdiğini bilmeyen yok. Belki Dicle'de bir şeyler besliyordu bunu Fırat'ın evleneceği gece fark etmiş olabilir."
"Fırat'ın düğününün olduğu gece, Fırat Nehri'nde cesedinin bulunmasını başka hiçbir şey açıklamaz,"diye Azad'ı onayladı kayınbabam. Dicle için en uygun sıfat, çok bilinmeyenli denklemden başkadı değil. İçinde tuttuğu bilinmezler ile geçmişe karışmış olması tüylerimi diken diken ediyordu.
"Yarın cenaze var, şimdi yatıp dinleneceğim. Yeterince yoruldum zaten. Herkese iyi geceler," deyip ayağa kalktığında bende, iyi geceler, deyip onunla birlikte ayaklandım. Kolunu omzuma atıp beni kendine çektiğinde kaşlarım aniden çatılsada olumsuz hiçbir tepki vermedim. Hatta sanki bunu bekliyormuşum gibi bende ona yaslandım. Ona karşı kalbim kırıktı ve o benim hayallerimi yıkmıştı. Hayallerim konusunda aslında yıkmakta haklıydı. Hayallerim ne kadar benim doğduğum ortama göre öyle uçuk olmasada, buradaki insanların hayata göre fazlasıyla uçuktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Kuma-
General FictionAh, Azad! Senin isminin benim dilimde 'pişmanlık' anlamına geleceğini hiç düşünmezdim!