(Sezen Aksu: Ben Öyle Birini Sevdim Ki ile dinlemenizi tavsiye ederim.)
Uyku. Bizi kollarına çektiğinde kısacık bir zaman dahi olsa yaşananları unutturan bir doğa üstü olay. Uyanınca her şeyin aynı olacağını bilmene rağmen yinede ona sığanacak kadar çekiciydi.
Fakat temiz bir bilinç altına sahip değilseniz, kaçacak değiliniz yok demektir.
Uyku beni kollarına almak için çabalarken zihnim buna engel oluyordu, içimde akşamdan kalma bir sıkıntı, bir mikrop gibi vücudumda hızla yayılıp gidiyordu her saniye ve bu mikrobu kırabilecek bir ilaç yoktu.
Azad'ın düzenle inip çıkan göğsü onun uyuduğunu gösteriyordu, ona doğru döndüğümde aslında uyumadığını gördüm. Gözleri açık, bana bakıyordu. Benim mavi gözlerim, onun kahverengi gözlerine kitlenince bir süre kaldık.
Bir internet sayfasında okumuştum, herkesin kendine has göz rengi varmış. Azad'ın öyle bir göz rengi vardıki, sanki hayatımda ilk defa kahverengi görüyormuş gibi hissettiriyordu her defasında. Her defasında tekrardan bozuyordu kalp ritmimi. Belkide bu yüzden gözlerimi her defasında onunkilerden kaçırmaya çalışıyordum.
"Seni huzursuz eden şey ne?" diye sordu aramızdaki sessiz bakışmaya ses katıp, beni düşüncelerimden çıkarırken. Ve saatlerdir gözünü kapatmayan ben bu soru karşısında derin bir nefes aldım gözlerimi kapatırken. "Bilmiyorum," dedim fakat biliyordum. Dicle'nin yazdığı mektup beni derinden etkilemişti ve korkmaya başlamıştım. Belki kendim için, belkide bebeğim için.
"Dicle sana ne yazdı o mektupta?"
Beni benden daha iyi tanıyordu kimi zaman, kimi zaman ise ilk defa görmüş gibi davranıyordu. Kimi zaman dünyanın en merhametlisi olurken, kimi zaman dünyanın en gaddarı olabiliyordu. Seni göklerede çıkarabiliyordu, en diplerede çekebiliyordu. Çünkü o aşktı, ne zaman ne yapacağı belli olmazdı.
"Ana fikri, ben yandıysam sende yanacaksın, canım Sinemisim idi," dedim alaya vurmaya çalışarak. "Ateş olsa iğne ucu kadar yer yakar," dedi umursamazca.
"Sorun şu ki, iğne ucu kadar bir ateş, koskoca bir hayatı küllerinden doğma izni vermeden, yakabiliyor," diye patladım dayanamayarak. Bana bir şey olmasına izin vermeyecekti, biliyordum ama dünya onun izni ile hareket etmiyordu ne yazık ki.
"Onda o kadar akıl nerde gezsin?"
"Bir şey diyeceğim, sen neden insanları bu kadar aşağı görüyorsun?"
"Aşağı gördüğüm falan yok. Bir saniye sen şu an Dicle için mi benimle kavga ediyorsun?" dediğinden sinirlendim. İnsanları aşağı görüyordu. Kimse aptal değildi ya da kendisi çok zeki değildi.
"Aşağı gördüğün kişi kim olursa olsun, kavga ederim. Hepimiz insanız. O da insan ve gerektiğinden daha zeki bir insan. Soruyorum sana, senin aklına gelir miydi, duygusala bağlayıp, ölürken bir yandanda intikam almak? Gelmeyeceğini ikimizde biliyoruz," dediğimde açtığı ağzını geri kapattı ve yatakta sırt üstü uzanıp, tavana bakarken sakinleşmek için derin derin nefesler aldı.
"Neden sürekli kavga çıkarmaya meyillisin?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım. Öyle miydi? Sürekli kavga mı çıkarıyordum? Bir süre zihnimin içini kurcaladım ve son birkaç günü gözümün önüne getirdim. Evet, sanırım haklıydı. Sürekli kavga çıkaran kişi bendim.
"Hamilelikten olsa gerek, ne yaptığımı bilmiyorum," dedim itiraf ederken. Birkaç hafta sonra üç aylık olacaktı karnımdaki yumurcak. "Dediğin gibi belkide buralardan uzaklaşman gerek. Haftaya Ankara'da bir davet olacak, katılmayacaktım fakat buralardan uzaklaşmak sana iyi gelecekse, senle birlikte gidelim mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Kuma-
General FictionAh, Azad! Senin isminin benim dilimde 'pişmanlık' anlamına geleceğini hiç düşünmezdim!