"O güldü ve ben devrimi sol yanımda yaşadım."
Başımı kaldırıp hafifçe gökyüzüne bakıyorum. Gri rengi özümseyen gökyüzü bana samimiyetsiz geliyor. Üzerimde asla giymeyeceğim siyah renkte kısa renkli çiçekleri olan bir elbise var. Bu durum yüzümü buruşturmama sebep oluyor. Başımı elbisemden kaldırdığımda "Kızım" sesiyle sadece başımı arkaya çeviriyorum. Babam bir elini uzatmış benim tutmamı bekliyor. Bir elimle hafifçe karnıma dokunduğumda şişkinliği ile irkiliyorum. Hamile olduğuma inanmak istemiyorum. Şaşkın gözlerimi tekrar babama çevirdiğimde babam hala bir eli açık beni bekliyor. Babamın elini tutmak istesem de merakıma yenilip iki adım ötem de duran uçuruma bakmak için adım atıyorum. Kirli ve neredeyse kahverengindeki denizin sonunu göremeyince kalbim daralıyor. Babamın güvenli ellerinin aksine bana sessiz bir vaat sunan kirli deniz var. Ve ben babamın bana uzattığı eli görmezden gelerek bir elimi şişkin karnıma koyarak boşluğa bir adım atıyorum.
Kan ter içinde gözlerimi açtığımda kendimi bir uçurum kenarında değil hücrem de buldum. İki elimle terden ıslanan yüzümü sildikten sonra kalp ritmimin düzene girmesini bekledim. Rüya ya da kabus adı her neyse gördüklerimin etkisi berbat bir histi. Burada bekliyor olmanın beni delirteceğini düşünmeye başlamıştım. Gördüklerim ise bunun belirtisi olmalıydı.
Kafamı gördüklerimden uzaklaştırmak isteyerek kirli duvarlara bakışlarımı çevirdim. Burada kalırken bana günaydını da iyi uykuları da dili olmayan duvarlar söyler olmuştu. Yadırgamıyorum çünkü alışkındım. Fikirlerim tutsaklığı kabul etmediği sürece bu dört duvarlar arasına tutsak olmak benim seçimimdi.
Beş gündür gelen her polisin sorduğu sorulara tek cevabım "Bilmiyorum," demek olmuştu. Bildiğim bir şey de yoktu zaten. Her defasında sürüklenerek sorgu odasına götürülüyordum. Her defasında yine olumsuz bakışlarıyla tekrar beni buraya atıyorlardı.
En son bu sabah sorguma, isminin Asım olduğunu öğrendiğim emniyet müdürü girdi. Yeşil gözlü babamdan daha yaşlı olan bu adam karşıma geçtiği ilk an gözlerini üzerime dikerek garip bir yaratıkmışım gibi "Nesin sen?" diye sordu. Sesi sakin ve pürüzsüzdü. Güzel bir telaffuzu vardı ve tok bir sesi. Yine de bu durum sorduğu soruya anlam kazandırmıyordu. Ne niyetle sordu ve amacı neydi hiç bilmiyorum. Neydim ben? Bu soruya nasıl cevap verilirdi? Bilemedim. Beni bu şekilde konuşturacağını düşünmesi namütenahi bir durumdan ibaretti. Yine de saygısızlık etmemek için konuşayım dedim. Önce ciddi bir şekilde saçından ayağına kadar onu inceledim.
"Neyim ben?" dedim sorusunu tekrarlayarak. "Ben her şeyden önce bir insanım. Ve insanların, insanca koşullarda yaşamasını isteyen bir insanım. Annem, öğrencilerine aşık bir öğretmen. Babam 'Kadın savcı olmaz ki?' diyen küçük kızına 'O zaman ilk kadın savcı sen olursun,' diyerek küçük kızına umut veren harika bir savcıdır. Pardon düzeltiyorum emekli eski savcılardandır. Ben sağcı değilim. Peki solcu? O da değilim. Ben Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve inkılaplarına uygun yaşamak isteyen bir vatandaşım. Ben emperyalizme karşı olan bir Türk genciyim. Yoksul halk kavramını yok etmek isteyen bir öğrenciyim. İnsanlar eşit olsun, sırf farklı da olsa düşünüyor diye öldürülmesin isteyen bir kız çocuğuyum." Duraksayıp gözlerinin içine baktım. İki kolumu yanlarıma açarak "Bunlardan başka da bir şey değilim," dedim.
Ben kendimi tam burada güçlü hissediyordum. Ali'nin karşısında ne kadar güçsüz hissediyorsam burada kendimi güçlü hissediyordum. Soğuk ve kirli duvarların bana hissettirdiği bu gücü Ali Bozok hissettirmiyordu.
Uyumak için tekrar gözlerimi kapattığım sırada demir parmaklıkların sesiyle başımı hafifçe kaldırdım. Babam üzerinde jilet gibi duran bir takım elbisesiyle kollarını göğsünde bağlamış duruyordu. Mustafa amcam bir yanında diğer yanında Salih amcam ellerini arkasında birleştirmiş gülümseyerek bana bakıyordu. Bakışlarından yayılan umuda tutunmak zor geldi. Düşerim diye korktum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solumdaki Devrim [Tamamlandı]
General FictionBir rüya gördüm, baba. Bir tarafı uçurum diğer tarafı sen. Nereye gideceğime karar vermek çok zor geldi. Karnımda o uçuruma dair küçük bir iz vardı. Ben ona aittim. O da bana... Bir sana baktım bir de uçurumun güzelliğine. Senin güvenli kollarını...