"Dünyanın hakimi olsaydım eğer; canlı her varlığa sevmenin ve sevilmenin Bozok halini anlatırdım."
Siyahı sevmediğim yerdeyim. Karanlık bir hücrede, metal bir ranzanın üzerindeyim. Beyaz renginin kirlenerek krem halini almış bir yataktayım ve başımın altında ince, küf kokulu bir yastık var.
Üzerime verdikleri berbat kokulu battaniye, beni ısıtmıyor. Başımı hafifçe tek özgürlüğüm olan küçük pencereye çeviriyorum. Dışarıdan yapıştırılan kâğıt ile özgürlüğümü de aldılar.
Bacaklarımın titremesine engel olmak istiyorum. Beni güçsüz görmelerinden nefret ediyorum ama buna engel olamıyorum. Durmaksızın titriyorum ve öfke halime engel olamıyorum. Kalkıp buradaki her şeyi kırmak isteyen de benim. Burada böylece hareketsiz kalan da benim. Tutsaklığı reddeden büyük bir tutsağım.
Görüş alanım her an netliğini kaybediyor. Tavanı yerine sabitlemek istiyorum ama bir hırsla dönüyor. Kendimi bu daracık alanda düşündükçe kalbim, atış hızını artıyor. Yarışı kazanmak için son kez yüklenen bir at gibi koşuyor. Sakinleşemiyorum. Ağzımın içi midemden gelen acı su ile doluyor ve o su titreyen dişlerim arasından kendine çıkış yolu buluyor. Yutkunmayı akıl dahi edemiyorum. Başımın ağrısı şiddetlendikçe kafamı duvarlara vurmak istiyorum. Oysa parmağımı bile hareket ettiremiyorum.
"Yarın hafta sonu ve ben tatil yapmak istiyorum," diye iğrenç bir ses ile konuşan kişi, revirdeki doktor. Başucumdaki görüntüsünü seçemiyorum ama kelleşmiş kafası bende her zaman tiksinti uyandırıyor. Üstelik her mahkûma o en iğrenç bakışlarını attıkça onu öldürmek isteyenleri anlıyorum. Bir elini gözlerimin önünde sallayarak "Ne oldu? Dik başlı Asel Tekin, şimdi sinir krizini geçiriyorsun? Üzgünüm. Senin için bir hafta sonumu heba etmeyeceğim," dediğinde iki elimle boğazına yapışmak istiyorum.
"Asel."
Doktor sanki bir anda uzaklaşıyor benden. Ellerimi kaldırmak ve sabit tutup onun boğazına yapışmak istiyorum.
Tekrar tanıdık bir sesin "Asel," dediğini duydum.
"Asel."
"Rüya."
"Asel."
Son kez "Rüya," diye fısıldadığında doktora ve karanlığa ait her şey silindi. Bir rüya yani kabusun içinde olduğumu da o an anladım. Nefesim kesilmiş gibi bir anda doğruldum. Gözlerimi açtığımda ayakucumda oturmuş sakince beni izleyen Ali'yi gördüm. Bir şey söylemeden önce sakinleşmek için beklemeye karar verdim. Krem rengi halı, bordo kadife koltukların olduğu odada olduğumu algıladığımda Nevzat geldi aklıma. Onun evindeydik. Hala oradayız. Karanlık yoktu. Kendi kendime "Bitti," dedim. "Kabustu."
Ali beni kollarının arasına çekip saçlarıma öpücük kondururken "Ben varım," dediğinde "Beni bırakma," dedim. Sarılı kollarını daha da sıkılaştırdı. Ona kabusumu anlatmak istemiyordum. Bunların hiç birini bilmesini istemiyordum. Elimden tutup beni masaya götürürken sessizce ne isterse yaptım.
Yanıma otururken sandalyesini bana yaklaştırdı. Dizi dizime temas ettiğinde rahatlık hissettim. Gerginliği azaltmak için masada gözüme çarpan sebzeli kavurma ve pilava bakar "Sen yapmış olamazsın," diyerek ona takıldım.
Gözleri üzerimdeyken "Sen beceriksiz olunca ben aç kalarak ölmemek için uğraşıyorum," dedi. Sesinden naiflik vardı. Sanki kelimeleri beni kırabilirmiş gibi davranıyordu. Beraber kırılan ruhlarımızı sevdim. Kırılan taraflarımızın birbirine dokundukça bütünleşmesini sevdim. Ben Ali Bozok'u çok sevdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solumdaki Devrim [Tamamlandı]
General FictionBir rüya gördüm, baba. Bir tarafı uçurum diğer tarafı sen. Nereye gideceğime karar vermek çok zor geldi. Karnımda o uçuruma dair küçük bir iz vardı. Ben ona aittim. O da bana... Bir sana baktım bir de uçurumun güzelliğine. Senin güvenli kollarını...