" Sen bir uçurumsun. Ve benim yükseklik korkum olmasınarağmen senin etrafında olmayı seviyorum."
Huzur iki avcumun arasında sıkıca tutmaya çalıştığım kum tanelerine benziyordu. Parmaklarımın arasından kayıp gitmesi an meselesi. Bu yüzden sürekli tedirgin olup huzurun tadını çıkaramayanlardandım. Tüm dikkatim kum tanelerinin kayıp gitmemesi için olsa da biliyorum ki bu çabam anlamsız. Sonuç belli.
Göğüs kafesim sızlayana dek hızlı adımlarıma devam ettim. "Asel," diye bağıran Ali'ye hafifçe döndüm.
Söylenerek "Ne var yine?" derken bende durmuştum. Ali'ye çıkışsam da beni durdurmasından memnundum. Yaralarım daha iyi bir halde olsa da bu kadar koşturmak beni yormuştu.
"Bıraksam koşacaksın," diye söylenirken yanıma geldi. Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım.
"Geç kalıyoruz," diyerek bileğine sarıldım ve çekmeye başladım. Bana inat yapar gibi ağır ağır geliyordu. Sonunda pes ederek durdum.
Gülerek "Yürüsene Asel," dediğinde uzattığı eline vurup yürümeye başladım. Bu tepkime karşılık dudakları hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı.
"Karar ver. Yürüyeyim mi? Yoksa durayım mı?"
"Koşma sadece yürü, sevgilim."
"Ali, geç kalıyoruz," diyerek çıkıştım.
"Geç kalmamız senin yorulmandan önemli değil," dediğinde az önce ona vurduğum elimi elinin içine aldı ve yürümeye başladı. Ama aksilik etme sırası bendeydi. Sabahtan beri tek derdi benim üşütmem ve yorulmamdı. Üzerime düşmesi arttıkça bir sinir dalgası beni sarıyordu. Onun adımlarına karşılık neredeyse parmak ucu kadar mesafe ilerliyordum. Kolu arkaya doğru uzandığında ağzının içinde bir şeyler söyleyerek bana döndü.
"Bugün çok huysuzsun," dediğinde "Sen de bugün çok sinir bozucusun," dedim.
"Asel," dedi ve bir nefes aldı. "Ayarın yok mu senin? Ya koşuyorsun ya da kaplumbağa gibi yürüyorsun." Cümlesine sinirle güldüm. Benim ayarsızlığımdan bahseden adam benden daha ayarsız ve anlaşılmazdı.
Bir cümle kurmaya gerek duymadan yürümeye başladım. Tek bir an yaptığım veya söyleyeceğim bir cümle ile onu sinirlendirebiliyordum. Mutluluktan gözleri parlayan adam bir anda öfkeli gözlerle bana bakabiliyordu. Dengesiz hallerinin yoruculuğunu düşündüm. Beraber zaman geçirdiğimiz zamanlar arttıkça onu daha da tanıyamaz hale geliyordum. Geriye dönüp bu sinir bozucu günü bitirebilirdim. Ama geriye kalan zamanlardaki güzel anları bir anlık sinirle heba etmeye gönlüm razı değildi. Durmayacağımı anlayınca hızlı yürüyüşüme eşlik etmeye başladı.
Gişenin önüne geldiğimiz de görevliye "Büyük ada," dediğini duydum. Biletleri alıp bana döndüğünde vapura doğru yürümeye devam ettim. Vapura bindiğimde sakin bir köşeyi buldum ve oturdum. Ali yanıma oturduğunda bana dönüp kabanımın yakasını yukarıya çekti. Bu haline baygın bir bakışla karşılık verip yakamı indirdim. Sabır dilenerek tekrar yakamı yukarıya çektiğinde ben de yine yakamı eski haline getirdim.
Sinirle solurken "Geri zekalı mısın?" diye sordu.
"Bana daha çok sen geri zekalı gibi geliyorsun," diye homurdandım.
"Asel, üşüyeceksin," dediğinde önü açık kabanına baktım. Nereye baktığımı anlayınca sinirle kabanın önünü kapattı. Ben de onunla beraber yakamı kapattığımda "Manyak mısın lan?" diye inledi. Sesinin tonu etrafımızdaki insanların bize bakmasını sağlamıştı. Neyse ki hiçbiri umursamadan kısa sürede önlerine döndüler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solumdaki Devrim [Tamamlandı]
General FictionBir rüya gördüm, baba. Bir tarafı uçurum diğer tarafı sen. Nereye gideceğime karar vermek çok zor geldi. Karnımda o uçuruma dair küçük bir iz vardı. Ben ona aittim. O da bana... Bir sana baktım bir de uçurumun güzelliğine. Senin güvenli kollarını...