"Günün birinde ya çıldıracağız, ya da dünyaya hakim olacağız. Şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalinizin şerefine birkaç kadeh içelim."
Sabahattin AliUsta bir yazarın kendini gizlediği kaleminin altında gizem dolu hikayeleri araştırmayı hep sevmişimdir. Kaleminden bir insanın ruhunu okuyabilmenin eşsiz bir tadı vardır. Defalarca aynı satırları bıkmadan usanmadan sadece bu yüzden okuyabilirim. Bir de o cümleleri yazan elin tuttuğu kalemin ruhunu merak ederim. Üzerindeki yüke rağmen nasıl kırılmadan bir yazara yoldaşlık eder merak eder dururum.
Elimde ahşap sandığı karıştırırken bulduğum eski bir Kuyucaklı Yusuf var. Defalarca okuduğum ama hala severek okuduğum cümleler var. Her cümlede bir adım daha Sabahattin Ali'ye yaklaşma ümidim var. Sanki yapbozun küçük parçalarını bir araya getirmek gibi bu durum sadece hiçbir zaman tamamlanamıyor.
Yıpranmış sayfayı çevirdiğimde "Uyursun zannediyordum," dedi benim yazarla verdiğim çözüm kavgasının arasında.
Gülümseyerek ona döndüm. "Kendimi oyalayacak bir şeyler buldum," diyerek elimdeki kitabı gösterdiğimde yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.
Üçlü koltuğa yanıma oturması için ayaklarımı topladım ama o yanımdaki koltuğa oturmayı tercih ediyor. Bıkkın bir halde üzerindeki kabanı kenara koydu. Bana bakmaya çekiniyor gibiydi. Sabah uyandığımda neden yanımda olmadığını sormak istedim ama buna cevap alamayacağımı fark edip dudaklarımı birbirine bastırdım. Tekrardan elimdeki kitabın sayfalarının arasına girerken Ali anlamadığım bir şeyler söyleyerek mutfağa gitti. Geri dönerken kendine ve bana çay almıştı. Bakışlarımı bir türlü ondan çekemiyordum. Üzerindeki sıkıntı bir sigara dumanı gibi bana akıyordu.
"Sorun ne?" diye sorduğumda çayları sehpaya bırakarak cebinden sigara paketini çıkardı.
Huzursuz bir sesle "Bunu ben sormalıyım," derken sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi.
"Anlamadım," dedim ve bana bakıp samimiyetsiz bir gülümseme attı. Ağır ağır sigara dumanını ciğerlerine gönderirken "Yarın düğünü olacak biri gibi durmuyorsun," dedi fısıltıyla karışık.
"Aranan bir suçlu gibi de durmuyorum," diyerek tamamen ona doğru döndüm. Bağdaş kurmuş bir şekilde elimde duran kitabımla ona bakıyordum.
"Kimse gelmemiş," dedi konuşmanın seyrini değiştirmek için.
"Kim gelecek?" diye sorduğumda "Nevzat ve sana yardım etmek için Zeynep," dedi buz gibi bir sesle. Artık gerçekten canım sıkılmaya başlıyordu. Kendi başım belada değilmiş gibi herkesi de bu çembere dahil ediyordum.
Bir elimi saçlarımın arasından geçirip sinirle soludum. "Yarın da gelecek mi Zeynep?"
Elinin içinde kaybolan çay bardağını sıkıca kavradı. "Zeynep ve annem gelecek," dedikten sonra çayından bir yudum aldı. "Ve işte düğünümüzde kim olması gerekiyorsa olacak. " Bakışlarını anlamsız bir şekilde benden kaçırıyordu.
"Herhangi bir baskında tüm tanıdıklarımız da benimle beraber içeriye girsin diye mi?" Sesime yansıyan öfkeye hakim olamamıştım. Başını koltuğun arkasına bırakıp gözlerini kapattı. Bir an çok konuşmaktan ya da çok soru sormaktan onu bunalttığımı düşündüm. Belki de o basit dediğim imzanın lanetine ben de kapılıyordum. Derin bir nefes aldım. "Ali," dedim. Sesimi bu sefer daha sakin çıkarmayı başarmıştım. Başını kaldırıp bana baktığında "Neden aranıyorum? Basit bir sorgulama mı yoksa sonum hazır mı? Bana bilgi vermiyorsun. Seni sıkboğaz etmemek için günlerdir duruyorum ama artık dayanamıyorum." Dudaklarını aralayıp bir şey söyleyecekken tekrar birbirine bastırdı. Bu hali göğüs kafesimi zorluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solumdaki Devrim [Tamamlandı]
General FictionBir rüya gördüm, baba. Bir tarafı uçurum diğer tarafı sen. Nereye gideceğime karar vermek çok zor geldi. Karnımda o uçuruma dair küçük bir iz vardı. Ben ona aittim. O da bana... Bir sana baktım bir de uçurumun güzelliğine. Senin güvenli kollarını...