Merhabalar, tekrar mektuplara dönüyoruz. Ben mektupları çok seviyorum. Sizleri umutlu bölümler ile buluşturmadığım için sinirlenebilirsiniz ama hikayeye başladığımda finalini hazırlamaya da başlamıştım. Gidişatı değiştirmem mümkün değil ama beklediğinizin de kısmen olmayacağını söyleyebilirim. Üstelik adım adım finale de gidiyoruz. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Sinirlenseniz de eksik olmayın sizi seviyorum. :)
----
Sevgilim...Hey bir zaman bakıp bakıp
Seyrine doyamadığım!
Şimdi gurbette bırakıp
Sesini duyamadığım!Evde kapanıp kaldın mı?
Seyrana çıkıp güldün mü?
Başkalarının oldun mu?
"Benimsin!" diyemediğim!Akıtıp gözüm yaşını
Hatırlarım gülüşünü;
Kıvırcık saçlı başını
Göğsüme koyamadığım!Dik yamaçların selisin,
Sen benden daha delisin,
Şimdi kimlerin kulusun?
Başını eğemediğim!Nasıl vurgunum bilirdin,
Niçin benden yüz çevirdin?
Kimlerin koynuna girdin?
Öpmeğe kıyamadığım!Sabahattin Ali, Nazım Hikmet isimler değişiyor ama dizelerinde her biri sanki seni anlatıyor ya da ben her yerde seni görüyorum Asel...
Umut, kalmadı. Sonumu kabullendim. Sakın yanlış anlama, bu kabulleniş basit bir durum değil. O gün eve geldiklerinde biliyordum, biliyorduk. Bu işin sonu idama gidecek ya da gidiyor.
İdamı yani ölümü kabullendim. Biliyor musun korkunç gelmiyor. Korku ya da keşke dediğim bir durum yok.
Umut? İşte umut her zaman var. Tek başıma kaldığım bu hücrede ölümü düşündüğüm kadar umudu da düşünüyorum. Belki diyorum, kaçabilirim. Belki diyorum, bir kurtuluş vardır. Tabi belki demek de beni mutlu ediyor sayılmaz. Çünkü her umudum ya da umutsuzluğumun sonu beni sana çıkarıyor.
Kaçarsam, yanına gelirim. Alırım seni, gideriz buralardan... Nefret ile yıkanmayan bir yaşam alanı kalmış mıdır? Bilmiyorum. Ama deneriz ha? Gelirsin değil mi?
Kurtulursam da eğer yine gidelim. Gidelim buralardan Asel, çünkü uğruna hayatımı verebileceğim bir insanlığın kaldığından artık emin değilim. İnsanların gözlerine baktığımda vicdan değil, nefretten kararan gözlerini görüyorum. Biz kirlenmemiş olarak gidelim. Alalım küçük Ali'yi yanımıza, ben küçük bir dükkan açarım. Küçük bir gelir, küçük bir evde saadet dolu günler yaşamak için gelir misin benimle?
Ara sıra "Af" lakırdıları dönüyor. Neyin affını bekleyeceğiz ki? Biz yanlış mı yaptık? Bağımsızlık uğruna hayatımızı ortaya koyduk diye şimdi bir de af mı dileneceğiz?
"Hiç bir şey olmazsa, çıkabilecek bir af var," diyorlar.
Bende onlara bakıp "Allah'tan başkasından af dilenmem," diyorum.
Af, kaçış ya da kurtulma her neyse sonunda beni, bizi buradan çıkaracak küçük bir ihtimal bile olsa sen eski sen olabilecek misin? Sevişirken, aniden çalan kapının zili yine sana korku salmayacak mı? Bir ömür ben senin gidişimle, dağıldığını unutabilecek miyim? Seni o halde arkamda bırakışımı nasıl aklımdan sileceğim? Seni evimizde bırakıp, güya özgür bir birey olarak işe gidebilecek miyim?
Diyelim ki; ben çıktım.
İkimizin ailesine yakın bir eve taşındık. Bize ait bir evimiz oldu. Sonra ne olacak? Ben buradan çıkar çıkmaz, okuldan atılacağım. Senin okulla ilişiğin kesildi. İkimizden birini geçtim. Ailelerimiz bile mahkûm çocuklarının sorumluluğu ile ezilmeyecek mi? Onlara kendilerini lekeli gibi hissettirmeyecekler mi?
Diyorum ki sevgilim;
Bir kurtuluş varsa, senin için ve benim için. Bu sadece ölümdür. Ölürsek belki kendimizi de ailelerimizi de bu prangalardan kurtarırız. Sence de o zaman gerçekten özgür olmaz mıyız? Gökyüzünde el ele, ruhlarımız dolaşırken daha özgür hissetmez miyiz?
Asel, sevgilim...
Benim için endişelenmeni hiç istemiyorum. Çünkü ben, bir devrimci olarak o idam sehpasına yürürsem, gururla yürüyeceğim. Vatanımın özgür ve bağımsızlığını istediğim için gideceğim bu ölüm benim için şanlı bir ölüm olacaktır. Bunları düşün...
O ip beni özgürleştirecek...
O ip bizi özgürleştirecek...
O sabah gelirse eğer, önce biraz müsaade isteyeceğim. Senin kokunun sindiği kıyafetlerimi giyeceğim. Bir çay isterim. İki de sigara çıkarırım. Birini yakıp kenara bırakacağım, o senin sigaran. Diğerini ise karşıma seni koyup, senin her bir kıvrımını anımsayarak içeceğim.
Bak, biraz hüzünlü gelebilir ama bunları yaparken ben mutlu olacağım. Huzurlu olacağım. Sevgilim, ben özgürleşmek için gözlerimi bile kırpmadan ölüme gideceğim.
Kirli kalpli, kararmış vicdanlı insanlardan çok uzaklara giderken, hiç tereddüt etmeyeceğim. Sen de bir gün yanıma geldiğinde biz orada yine kavuşacağız ve inan burada olmadığımız kadar mutlu olacağız.
Aklın, fikrin bende kalmasın.
Eğer ki beni idam sehpasına yürütmeye inat etmişlerse bırakın yürüyeyim.
Ali Bozok, başı ve omuzları dik. Eyleme giderken her nasılsam o şekilde idam sehpasına yürüyeceğim. Eğer bir yerlerden izleme imkanın olursa, yine benimle gurur duyacaksın. Eğer sen orada olursan bir sigara daha yakarım. Sen de yanında paket getir. Birbirimizin gözlerine bakarak, son sigaralarımızı içelim. Son nefesimi verirken sakın gözlerini benden kaçırma...
Ve eğer karşılıklı sigara içmemize müsaade ederlerse, o senin içtiğin son sigaran olsun. Beraber son kez içelim, ben özgürleşirken sen de benim yanıma geleceğin günü beklemeye başla...
Ben gökyüzünde, seni bekleyeceğim.
Ali Bozok
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solumdaki Devrim [Tamamlandı]
General FictionBir rüya gördüm, baba. Bir tarafı uçurum diğer tarafı sen. Nereye gideceğime karar vermek çok zor geldi. Karnımda o uçuruma dair küçük bir iz vardı. Ben ona aittim. O da bana... Bir sana baktım bir de uçurumun güzelliğine. Senin güvenli kollarını...