"Sanki güneşini bulan günebakan sensin. Ne zaman bedenlerimiz şiir yazmaya başlıyor, sen güneşine dönüyorsun."
Ben, renklerini kaybeden bir gökkuşağıyım. Umut, renklerimin arasında olmayı bir an bile beceremeyen, ölüm ise tüm soğukluğuna rağmen kendini taze tutan tek renk.
Günler her geçen an daha hızlı devrilirken, benim soyut olan herhangi bir duyguya tutunmam mümkün değil. Korku, çaresizlik ya da hüzün hiçbirini hissedemeyecek bir hale geldim. Şişkin karnım bana her defasında 'anne' olduğumu hatırlatıyor ama hissedemediğim duygularımı yerine getirme konusunda o da yetersiz kalıyordu.
"Hiç iyi değilsin," derken sigarasını dudaklarına götüren babam, balkonun demirlerine ayaklarını uzatmış bir halde oturuyordu.
"Hiç," dedim. Üzerimdeki battaniyeye beni gerçekten saklayabilecekmiş gibi sıkıca sarındım. "Renklerini kaybetmeye mahkûm olan bir gökkuşağı gibiyim."
"Umut," dedi babam. Gülümsedim. Artık onun dudaklarına bile o kelime yakıştıramıyordum. "Umut, var Asel. Hala bir yerlerde umut var."
"O yer her nereyse, burası değil. Ben değilim ya da Ali değil," diye fısıldadım. Evdekiler uyumuştu ve kimseyi uyandırmamak için sesimi kontrollü çıkarmaya çalışıyordum. "Senin çocuklarına umut yok. Ali haklıydı. Bizim için tutunacak hiçbir dal kalmadı."
"Artık sanırım seni ikna edebilmek için gücüm kalmadı," diyen babama baktım. "Ama sana söylemek istediğim bir durum var," derken gözleri şişkin karnımda geziniyordu.
NE söyleyeceğini merak ederek, canlı bir sesle "Dinliyorum," dedim.
"Heyecan, panik ya da stres yapma," dediğinde tüm o duyguları yaşamayı unuttuğumu söylemek istedim ama sözünü kesmedim. "Dün bir haber geldi. Beş mahkum kaçmış," dediğinde ağzım bir karış açık bir halde babama baktım.
Zihnimin içinden hızla süzülen ihtimaller bir türlü sesli birer kelimeye dönüşüp dudaklarımdan dökülmüyordu. "Ali Bozok da kaçanlar arasında," dediğinde dudaklarımı sıkıca kapattım. Nefes alamamak şuan mühim değildi. "Kızım korkutma beni sakın umutlanma da," diyerek ayağa kalkan babam elindeki sigarasını balkondan fırlattı. Bana doğru bir adım attığında sadece "Neden söylemediniz?" diyebildim.
"Neler olacağını kestiremiyorum," dedi. Bana yakınlaşmaktan korkar gibi tekrar yerine dönüp oturdu. "Buraya gelecek miydi? Bilmiyordum. Seni de yine umutlandırıp hayal kırıklığına uğratmak istemedim. Ve beklediğim gibi de gelen giden olmadı."
Sanki tüm söyledikleri bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyordu. Ben daha ilk anda yine umuda sarılmamış mıydım? Evet, her defasında düşe kalka bir yolda yürüyen ben, yine yüzümde hafif bir tebessüm ile parmaklıkların ardından kaçan sevgilim sayesinde umuda elimi uzatıyordum. O beni her defasında yarı yolda bırakıyor ama ben yine ona tutunuyordum. "Şuan dışarı," dedim ama bu sefer kendi kendime konuşuyordum. "Ali, dışarıda ve bize gelecek."
Bir elimi karnımda gezdirmeye başladığımda babamın "Beni korkutuyorsun," dediğini duydum. Başımı kaldırıp onun yüzüne baktım. Endişeden kırışan yüzünü, dudaklarımda bir tebessüm ile bir süre inceledim. "Gelecek," dedim. "Doğumumda yanımda olabilir. Belki gideriz buralardan. Bana çok kızar mısın baba?"
Bıkkın bir tavırla başını geriye doğru yatırırken "Asel," diye fısıldadı. "Bir an bile tereddüt etmeden kaçın. Ben biraz ortalık sakinleştiğinde sizi bulurum."
Söylediklerinin hafifliği ile geriye doğru yaslandığımda sokaktaki ayak seslerine bakmak için babam eğilip balkon demirlerinden aşağıya baktı. Başını hafifçe bana çevirip "Murat ile Selim geldi," demesiyle ayağa kalkmam bir olmuştu. Benden önce hareket eden babam balkondan çıkıp evin kapısına yöneldiğinde ben de ağır ağır peşinden ilerledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solumdaki Devrim [Tamamlandı]
Fiction généraleBir rüya gördüm, baba. Bir tarafı uçurum diğer tarafı sen. Nereye gideceğime karar vermek çok zor geldi. Karnımda o uçuruma dair küçük bir iz vardı. Ben ona aittim. O da bana... Bir sana baktım bir de uçurumun güzelliğine. Senin güvenli kollarını...