"Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim..."
Yıllardır bir kafeste yaşayan kuş, tam umutsuzluğa kapılmışken kafesin demir parmakları açılır ve ansızın mutlulukla sarılan gökyüzüne doğru salıverilir. Kafesten sonra gökyüzünü cennet gibi gören kuş, bilmez ardından gelecek karabulutları ya da şiddetli yağmurları ve atar kendini masmavi gökyüzünün arasına sonrasını düşünmeyecek kadar sarhoş haliyle...
Babam odaya girip keyifli bir sesle "Günaydın," dediğin de mutluluk bulutları benim gökyüzümdeki yerini aldığında sonrasını düşünmek istemedim. Bir gün öncesi veya sonrası her şey manasız geldi.
Yorganı üzerimden attığım da "Hızlı hareket et," diye beni uyarmasına homurdanarak "Sana da günaydın, Kemal Tekin," dedim.
Bir eliyle saçlarımı karıştırdığı sırada annemin "Çaylar soğuyacak," diye bağıran sesini kapı zili bastırdı. Dağınık saçlarımı yerden aldığım siyah tokayla tepemde toplayıp babamın peşinden odadan çıktığımda Ali, mutfağın girişine yaslanmış bir halde bize sırtı dönük bir şekilde duruyordu.
Babamın "Günaydın," sesiyle omzunun üzerinden babama "Günaydın, Kemal Amca," derken gözleri beni buldu. Gözleri siyah taytımdan üzerime giydiğim babamın bana büyük gelen ince siyah kazağına kaydığında dudakları sol tarafa doğru kıvrıldı. Babamın geçmesi için yer açtığında ben de en ağır adımlarımla yanına gittim.
Bana doğru eğildiğinde kulağıma doğru Nazım'ın dizelerini fısıldadı. "Sıcak bir ev özlemişim. Sıcak bir yemek. Sıcak bir yatakta unutturan öpücükler."
Ali, benim şiirden adamım. Dudaklarından dökülen her bir cümle ruhuma dokunan en güzel mısralardı. Aşk'ı da tutkuyu da varlığı ile bana hissettiriyordu. Adada geçirdiğimiz geceye yaptığı göndermeye gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım.
"Ayağını bastın odama, kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi. Güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde." Nazım'dan verdiğim karşılık onu gülümsetti ve ben onu en güzel Nazım şiirlerinin mısralarına saklamak istedim.
"Bir gün bile beni yanıtsız bırakmayacaksın değil mi?" diye sordu.
"Yanıt vermeyi seviyorum bu yüzden bir hukuk öğrencisiyim," dedikten sonra masaya bir tabak daha koyan annem ile göz göze geldik.
Gülümseyerek "Gelin hadi," dediğinde Ali bu anı bekliyormuş gibi bir anda beni geride bırakarak babamın karşısına geçip oturdu. Dörtlü olarak bizim evin masasında kahvaltı etme fikri birkaç ay önce çok uzak bir gibi gelirken, şuan annem ve babamın hiç yadırgamadığı bir şekilde sevdiğim adam da bu sofradaki yerini almıştı. Tıpkı ani bir şekilde kalbimin içine girdiği gibi ailemin de içine girmişti. Ve Tekin ailesi Ali'yi pek yadırgamıyordu.
Babam her zamanki gibi keyifle kahvaltısını yaparken bir taraftan anneme takılmayı ihmal etmiyordu. Annem, biraz sinirli biraz hülyalı bir halde babama laf yetiştiriyor. Ali, ikisini büyük bir keyifle izliyordu ve bense elimde çay bardağı ile üçünün olduğu bu tarifi mümkün olmayan tabloyu izliyordum. Hiçbir durumda azıyla yetinmeyip daha iyilerini düşleyen halim, söz konusu ne zaman mutluluk olsa hep bir durgunlaşırdı. Mutluluğun bir kısmını saklamak isterdim. Soyutluğunun aksine bir de tükenecek olması beni her mutlu anımda ürkütür.
Ne zaman mutlu bir an olsa aklıma Sabahattin Ali'nin 'Zaten küçüklüğümden beri saadeti israf etmekten korkar, bir kısmını ilerisi için saklamak isterdim,' dediği cümlesi gelir. Ben belki de tüm mutlu anlarımı bu cümle ile özetleyebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solumdaki Devrim [Tamamlandı]
General FictionBir rüya gördüm, baba. Bir tarafı uçurum diğer tarafı sen. Nereye gideceğime karar vermek çok zor geldi. Karnımda o uçuruma dair küçük bir iz vardı. Ben ona aittim. O da bana... Bir sana baktım bir de uçurumun güzelliğine. Senin güvenli kollarını...