"Devrim aşkıyla yananların ateşini 'umut' artırırdı."
Basit bir kelime gibi görünen umut içinde koca bir hayat barındırır. Basit gibi görünen en derin sözcük olabilir. Derin bazen korkutucu sonuçları getirip sonu hüsran olabilir ama inanç gibi etkili ve önemlidir.
Bir sene önceki Asel Tekin, umudun bir devrim ateşi ve bir inanç olduğuna inandırdı. Şu an ise bir hastane odasının penceresinden sarkarken, elimde bir dal sigaramla umudumu çoktan kaybettiğimi hissediyordum. İnanacak bir şey kalmamış gibi geliyordu. Umut, bir sigara dumanı ile yok oluyordu. Dudaklarımdan dökülen gri dumanlar benden umudumu da alıyordu.
Biten sigara dalını işaret parmağım ile bahçedeki erimiş kar sularının üzerine fırlattım. Pencerenin önüne bıraktığım paketten bir dal daha aldım. Kibrit ile tutuşturup tekrar başımı pencereden sarkıttım. Bir saatten fazladır burada bu şekilde duruyordum. Sigarayı dudaklarımın arasına alıp sisli havaya dumanı bıraktım. Ben de tam bu duman gibi dağılıyordum.
Üzerimdeki krem rengi bol kazağın kollarını parmaklarıma kadar çektim. Sigaranın dumanı içimi ısıtmaya yetmiyordu. İki gündür bu odada tek başımaydım. Tek kalmayı kendim istemiştim. İtiraz etmediler. İtiraz etmek için kimseye şans tanımadım. Erkan ile geçen kâbuslarımla tek başıma kalmak istedim. Aklını yitirmiş biri gibi kendi düşüncelerime güldüm. Sadece Ali benimle olsun istemiştim. "Ve o istemedi," diye sesli sesli söylendim.
İfadeyi verdikten yaklaşık bir saat sonra babama dönüp "Ben gideyim. Siz kalın Asel'in başında," diyerek odadan çıkmıştı. Onu son görüşüm de bu andı. Neden böyle gitti? Neden o güzel yüzü asıldı? Sorularıma cevap verecek tek kişi oydu. Ama Ali, yoktu. İki gündür o yoktu. Kırgınlık mı yoksa kızgınlık mı olduğunu anlamam için onun konuşması gerekiyordu.
Bütün bedenimi titretecek soğuk rüzgar ile "Merhaba," sesi birbirine karıştı. Başımı geriye çevirdiğimde Zeynep'i gördüm. O gülümseyerek bana bakıp içeriye girdiğinde ben de tamamen ona döndüm. Hala pencerenin önünde bir elimde sigara ile duruyordum. Üzerindeki koyu yeşil kabanını çıkardı. Başındaki siyah bereyi de çıkardığında uzun siyah saçları etrafına yayıldı. Minyon bir kızdı. Gözleri de en az Ali kadar koyu kahverengiydi. Belki de siyah...
"Nasılsın?" Sesindeki gerginliği önemsemedim. Tatlı gülüşü ile içimi ısıtıyordu.
Boştaki elimle pencereyi kapatırken "İyiyim. Sen nasılsın?" diye sordum.
Birkaç adımla yatağa ulaştı ve bağdaş kurarak oturdu. "İyi," diye kısa bir cevap verirken gözleri sargının olduğu ama kazağın kapattığı kısma anlık bir bakış attı. Sohbetimizi burada kestiğini düşünerek sigarayı pencerenin kenarında söndürüp bir sigara daha yaktım. Murat sayesinde kendime sigara depolamıştım. Ben sigaramı içerken o da sessiz bir şekilde orada öylece oturdu. Ne ben 'Ali' diyebildim. Ne de o bana onu anlatabildi.
Bir süre sonra susmalarımdan sıkılmış olacağını düşündüğüm an da ayaklanıp odadan çıktı. Bu hızlı gidişine anlam veremeyerek bir süre kapıya baktım.
Ayakta durmaktan yorulunca yatağın üzerine çıktım. Zeynep gelmeyecek diye düşünürken elinde iki çay ile tekrar odaya girdi. Yine yüzünde samimi bir gülümseme vardı. Bir bardağı bana uzatıp yine bacaklarını toplayarak ayakucuma oturdu. Anlamsız hızlı hareketleri vardı. Konuşmak yerine hareketleriyle düşüncelerini anlatmak istiyor gibi duruyordu ama onu anlayacak kadar iyi tanımıyordum.
Çayımdan bir yudum alırken "Ali'yi hiç sormadın?" dedi. Sesinde kızgınlık, öfke ya da herhangi bir duyguyu kestiremedim.
"Neyi var?" diye sordum. Bu halim onu gülümsetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Solumdaki Devrim [Tamamlandı]
General FictionBir rüya gördüm, baba. Bir tarafı uçurum diğer tarafı sen. Nereye gideceğime karar vermek çok zor geldi. Karnımda o uçuruma dair küçük bir iz vardı. Ben ona aittim. O da bana... Bir sana baktım bir de uçurumun güzelliğine. Senin güvenli kollarını...