Gözlerimi araladığımda bir süre etrafıma bakınıp nerede olduğumu kavramaya çalıştım. Bir arabanın arka koltuğunda uzanır bir pozisyondaydım. Keskin bir baş ağrısı hissettiğimde ise elimi başıma götürmek için oynatmaya çalışmış ama başarılı olamamıştım. Bileklerim bağlıydı ve ben hareket etmeye çalıştıkça ipler sürtünerek canımı yakıyordu. Beni bu hale getirecek kadar kafayı yemiş olamazdı, olmamalıydı.
"Sikeyim! Sen ne yaptığını zannediyorsun Brandon?!" diye haykırmaya çalışsam da dediklerim ağzımdaki kumaş parçası yüzünden tek kelimesi anlaşılmayacak bir hal almıştı. Ben kendi kendime küfürler savururken çıkan anlamsız sesleri duymuş olmalıydı ki bana doğru saliselik bir bakış attıktan sonra gözlerini tekrardan yola çevirdi.
"Hey, uyanmışsın! Saatlerdir uyanmayışın beni endişelendirmeye başlamıştı." Dikiz aynasından bana attığı kısa süreli bakışlara karşılık olarak kaşlarımı çatmıştım. Sesli bir nefes verdikten sonra bileklerimi iplerden kurtarabilme umuduyla hareket ettirmeye çalışmış fakat tekrardan başarısız olmuş ve canımın yanmasından dolayı sızlanmıştım.
"Dayan bebeğim, geldik sayılır. Debelenmeyi bırakmalısın. Canının yanmasını istemiyorum."
Canımın yanmasını istemiyormuş. Hah! Beni bayıltıp kaçıracak ve bileklerimi canımın yanacağı sıkılıkta bağlayacak ama bir o kadar da canımın yanması istemeyecek kadar seviyor. Ne kadar romantik(!) değil mi?
"Başka çarem yoktu, inan bana. E-eğer böyle bir şey yapmasaydım, benimle gelmezdin ki."
Derin bir nefes aldı ve dikiz aynasından birkaç saliseliğine bana baktıktan sonra yola odaklandı. "Her şeyin eskisi gibi olmasını sağlayacağım. Beni sevdiğini hatırlayacaksın."
Onu sevmediğimi neden inatla anlamak istemiyordu ki? Daha ne yapmalıydım ondan kurtulmak için?
"Biliyorum, bebeğim. O soytarının, senin aklını karıştırdığını o kadar iyi biliyorum ki."
Kendini bazı şeylere o kadar çok inandırmıştı ki... Ağzımdaki kumaş parçası olmasa ve Ed'i sevdiğimi gözlerine bakarak haykırıyor olsam da kendi inançlarından vazgeçmezdi biliyordum. Ve şunu da biliyordum ki pişmandım. O kadar seneyi böyle birine harcadığım için. İlaçlarını kullanmadığından dolayı böyleydi belki de ama biraz kafa yorduğumda bu Brandon'ın gerçek Brandon olduğu sonucuna varıyordum. İlaçlar onu çevresine uyum sağlayabilecek birine dönüştürüyordu. Gerçek olmayan, aptalca bir hareketle çöpe atılabilen bir kişiliğe sahip birine.
Hava aydınlanmaya başlamıştı fakat uzanır bir pozisyonda oluşum herhangi bir tabela görmemi engelliyordu. Kısacası nereye gittiğimize dair hiçbir fikrim yoktu ama saatlerdir yolda olduğumuzu düşünürsek Virginia'nın merkezinden fazlasıyla uzaklaşmış olmalıydık. Ona söylemem gerekenler, edeceğim küfürler biriktikçe birikiyor, şu siktiğimin kumaşından kurtulmak için sabırsızlanıyordum.
**
O, beni zorla eve doğru ilerletirken direnmek ile beraber gözlerimi etrafta gezdiriyordum. Tanrı aşkına, gerçekten daha toplum içinde olan bir yere kaçıramaz mıydı beni?! Buraya en yakın ev kilometreler ötedeydi. Bunu baktığım yerden nokta kadar gözükmesinden anlayabiliyordum.
"İşte geldik!" diye sevinçle cıvıldadığında büyük tek bir odalı evi inceliyordum. Bir televizyonun etrafına çevrelenmiş bordo koltuklar, çift kişilik bir yatak, yatağın hemen yanındaki duvara monte edilmiş raflar ve o raflardaki biblolar... Umuyordum ki daha fazla incelemek için vaktim olmayacaktı. Çünkü buradan kurtulacaktım!
Brandon, beni yatağa doğru ilerletip zorla oturtmuş ardından ise bileklerimi saran iplerin düğümünü açmaya başlamıştı. Gevşettiği ip tomarının arasından ellerimi kurtarıp hızla ona tokat atmış, diğer elimle ağzımdaki kumaşı boynuma doğru indirerek ayağa fırlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where We Land (Ed Sheeran)
FanfictionSesi o kadar sakinleştirici ve güzeldi ki... Bir meleğin sesi nasıldır hiçbir fikrim olmasa da buna yakın bir şey olduğuna emindim. O an fark ettim ki ben Ed'e karşı artık bir şeyler hissetmiyordum. 'Hissetmek' kelimesi kesinlikle şu an üzerimde bır...