Neredeyse bir haftadır mahkûm hayatı yaşıyordum. Aslında o kelime biraz yanlış oluyordu çünkü bir mahkûma oranla fazla ilgi görüyordum. Kısacası yemek istediğim ne ise hemen önümde belirdiği, sevgilimin hep yanı başımda olduğu film maratonları ile geçen bir ev hapsindeydim ve bu artık gerçekten fazla sıkıcı bir hal almıştı. Gardiyanlarımdan biri –ki bu babam oluyordu- bir müşteriyle anlaşma yapması gerektiği için New York'a gitmişti, esas gardiyanım ise tam olarak şu anda teyzemin yanına gitmesi gerektiği halde gitmemek için bahaneler bulmaya çalışıyordu.
Bağdaş kurduğum bacaklarımı sıkılaştırıp parmaklarım arasındaki konsolda birkaç tuşa bastım. Annem telefonu avuç içine çarpa çarpa bir sağa bir sola yürümesini sürdürmeye devam ediyordu. Kyle ile oynadığımız oyundan gözümü ayırmamaya dikkat etsem de arada kendimi anneme ve Kyle ile arama oturmuş olan Ed'e bakarken buluyordum. "Bilmem farkında mısın ama üç kişiyiz anne. Sensiz birkaç günü atlatabiliriz diye düşünüyorum."
"Yemek işini halledemeyebilirsiniz, kalmalıyım." Sunacak bahanesi bile kalmamıştı artık. Tanrı aşkına, kaçıncı yüzyılda yaşıyorduk? Dışarıdan yemek söyleyebileceğimizi geçtim, yemek yapmayı biliyordum. Bunun için annemin varlığına gerek yoktu ki.
"Bir dakika..." konsoldan oyunu durdurmak için bir tuşa basıp bakışlarımı anneme çevirdim. "Hatırladığım kadarıyla yemek yapabiliyorum ama eğer evin yanıp kül olmasından korkuyorsan 'dışarıdan yemek söylemek' diye bir şey var." Sesli bir nefes verip gözlerini devirdiğinde sanırım artık o da başka bahane üretemeyeceğini anlamıştı.
"Kalabileceğinize emin misiniz? Edward sana bu konuda güvenebileceğimi umuyorum." Ah, kafayı yiyecektim! Sanki bir anda yaklaşık on yıl öncesine dönmüşüz gibi davranıyordu. Kyle ile senkronize olmuş bir şekilde sızlanarak başlarımızı koltuğun arka desteğine yatırdığımızda Ed bu halimize ufak bir kahkaha atmış, ardından ise anneme "Siz merak etmeyin, gözümün önünden ayrılmayacaklar." Demişti.
Başımı hızla dikleştirdim. "Sen de mi?! Resmen çocukmuşuz gibi davranıyorsunuz." Gözlerimi büyütüp Ed'e baktığımda bana yanıt olarak omuzlarını silkmiş ve "Üzgünüm, emir büyük yerden." Demişti.
"O zaman ben hazırlandıktan sonra çıkıyorum. Sizi gidince arayacağım. Üç telefondan biri açılmazsa..." işaret parmağını bize doğru sallıyor, sanki cümleyi tamamlayabileceğimizden eminmiş gibi bize birkaç saniye veriyordu.
"Biliyorum biliyorum. Kısa sürede döner ve bize güzel cezalar verirsin." Diyerek onun sözlerini tamamladığımda Kyle da gecikmeden bana katılmıştı.
"Güzel ama artık pek işe yaramayan cezalar." Dedi düşük bir ses tonuyla ama bu duyamadığımız anlamına gelmiyordu, net bir şekilde onu duyabilmiştik.
Annemin gidişinden sonraki birkaç saatin hep beraber bir şeyler atıştırmamız ile geçmesinin ardından Kyle televizyonun başında tekrardan yerini almıştı ki ben de vakit kaybetmeden yanına yerleşip kendimi ona güzel bir teklifte bulunmaya hazırladım.
"Açık konuşacağım Kylie, gitmen gerekiyor. Yani... Bir arkadaşına falan."
"Ne saçmalıyorsun sen?" Tamam... Pek açık konuşamamıştım ama aklımdaki planlara göre onu arkadaşlarından birine gönderecek –ki onu ikna edebilmem için çok mükemmel bir şey teklif etmeliydim- ve Ed ile evde yalnız kalacaktık.
"Diyorum ki, bu akşam Callum ile kal ya da başka bir arkadaşınla ama bizi yalnız bırak, olur mu?" ellerimi birbirine kavuşturup ona yalvarır bakışlar atmaya başladım. Yüzüne pek de sevimli olmayan bir gülümseme yayıldığında soracağı soruyu çoktan biliyordum bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where We Land (Ed Sheeran)
FanfictionSesi o kadar sakinleştirici ve güzeldi ki... Bir meleğin sesi nasıldır hiçbir fikrim olmasa da buna yakın bir şey olduğuna emindim. O an fark ettim ki ben Ed'e karşı artık bir şeyler hissetmiyordum. 'Hissetmek' kelimesi kesinlikle şu an üzerimde bır...