You feel like home, you're like a dream come true -Adele
-
Gözlerimi araladığımda serumun takılı olmadığı elimi kaldırıp yüzüme yapışmış olan saçlarımı çekmek istemiş ama elimin üzerindeki ağırlık buna engel olmuştu. Gözkapaklarımı kırpıştırdığımda elimin üzerinde uyuyan kızıl kafanın Ed olup olmadığını kavramaya çalışıyordum. Başımı diğer yöne çevirdiğimde ise tekli koltukta dizlerini çekip başını koltuğun arka desteğine dayamış bir şekilde uyuyan Alex'i görmüştüm. Gelmişlerdi! Yani... Geleceklerini biliyordum. Beni hastaneye getiren adam serum takılırken onlarla konuştuğunu ve yola çıkacaklarını söylediklerini söylemişti ama gözlerimi açtığımda Ed'in yumuşak saçlarını görmeyi beklemiyordum tabii. Onun yanağının altında kalan elimin parmaklarını oynatmaya başladığımda bunun onu uyandırmasını umuyordum. Başını ufak hareketlerle oynattıktan sonra gözleri kapalı bir şekilde vücudunu dikleştirdi ve gözlerini oyarcasına ovalamaya başladı.
"Hey! Gözlerini oymadan önce son kez görmeme izin versen. Biliyorsun... Biraz onları özlemiş olabilirim." Ani bir hareketle gözkapaklarını açıp birkaç saniye yüzüme baktı. Yeni uyandığını düşünürsek algılaması uzun sürüyor olmalıydı.
"Uyanmışsın!" diye cıvıldadığında başımı yan bir şekilde yastığa koyup aşağı yukarı sallamıştım. "Ah Tanrım, sonunda. İyi misin, güzelim?" sedyeye yaklaştırdığı sandalyeden kalkmış, sedyedeki ufak boşluğa yüzüme karşıdan bakabilecek şekilde oturmuştu. Bir süre önce üzerinde uyuduğu elimi avuçları arasına alıp bacağının üstüne yerleştirdi ve okşamaya başladı. Bakışlarını cevap beklercesine bana odaklamış bekliyordu.
Keskin baş ağrım geçmiş ve gücüm biraz olsun yerine gelmişti ama hala yataktan kalkamayacak kadar halsizdim. Halsizliğim beni bir süre bırakmayacak gibi duruyordu ama aslına bakarsanız bunlar umurumda bile değildi, gelmişlerdi ve bu iyi olmam için yeterli bir sebepti.
"İyiyim. Siz buradayken iyi olmamam için bir sebep yok ki." Omuzlarımı yavaşça yukarı doğru kaldırıp aşağı indirdim. Gözlerini benim üzerimden hiç ayırmıyor, dudaklarındaki ufak tebessümü de hiç yok olmuyordu.
"Uzak kalmak bize yaramıyor sanırım, ha?" Kaşları havaya kalktığında dudaklarındaki tebessüm daha da genişlemişti.
"Ah kesinlikle bizi ayırmamalılar." Dediğimde elime sardığı parmaklarını sıkıp kıkırdadım. Bana katıldığında kendimi yüzünün her santimini incelerken bulmuştum. Gerçekten ben karşımdaki bu özenle yaratılmış canlıyı hak edecek ne yapmıştım? Birinin dünyasını değiştirecek bir iyilik yapmış olmalıydım çünkü kesinlikle karşılığını alıyordum. Mahvolmasından, her şeyi batırmaktan korkuyordum. İşte bu yüzden olanları anlatmam gerektiğini düşündüğüm halde anlatamıyordum. Düşüncelerimden kurtulmak istercesine başımı iki yana salladığımda bakışlarım sesin geldiği yöne, Alex'e, kaymıştı.
"Ah Tanrı'ya şükür, uyanmışsın!" Alex gözlerini açtığı anda uyukladığı koltuktan fırladı ve diğer yanımda yerini aldı.
"Sanırım... Evet." Bakışlarımı gözlerine odakladığımda kan çanağına dönmüş olduklarını fark etmem ile afalladım. Tamam... Sebebini anlayabiliyordum, ağlamıştı ama ağlamasına ne kadar çok dayanamadığımı ve kızdığımı bilirken bunu yapmış olması beni sadece daha çok üzerdi.
"Bana ağlamadığını söyle, Alexis Hyland. Sana ağlamaman konusunda söz verdirmiştim, hatırlatırım."
"Ah saçmalama, Melody. Senin de benden pek bir farkın yok, sen de sözünü tutmamışsın işte." Kollarını göğüslerinin altında çaprazlayıp omuzlarını silkti. Kaşlarının çatıklığı ise dikkatimden kaçmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where We Land (Ed Sheeran)
FanfictionSesi o kadar sakinleştirici ve güzeldi ki... Bir meleğin sesi nasıldır hiçbir fikrim olmasa da buna yakın bir şey olduğuna emindim. O an fark ettim ki ben Ed'e karşı artık bir şeyler hissetmiyordum. 'Hissetmek' kelimesi kesinlikle şu an üzerimde bır...