1.bölüm

42.1K 801 30
                                    

1.bölüm

Kahire/ MISIR, 1992
Kahire’nin sıcak havasına rağmen, konaklarının bahçesinde oyun oynamaya devam eden çocukların sesleri yükseliyordu bahçe duvarından sokağa doğru. Edibe, Sahra ve amcaoğulları İmran…
  Sahra en küçükleriydi. Edibe’nin güzeller güzeli kız kardeşi. Konaktan dışarı çıkan Hasina Hanım; onca işinin arasında bir de çocuklara laf anlatmanın derdine düşmüştü. Kocası Müslim Bey’in kardeşi Latif işleri nedeniyle Londra’ya taşınıyordu. Onlara verilen veda yemeğini hazırlamakta büyük gelin olan Hasina’ya düşmüştü. Ama onca işinin arasında çocukların yaramazlıkları bir de üstüne eteğine yapışan Sahra’nın “Anne, ablama benimle oynamıyor.” Diye mızıldanarak ağlaması bardağı taşıran son damla olmuştu. Sabahtan beri sinirlerine hâkim olmaya çalışan orta yaşlı kadın en sonunda patlayıp avlunun orta yerinde öyle bir bağırdı ki sanki bütün Kahire onun sesiyle inlemişti. Bahçede koşuşturmaya devam eden çocuklar ise; kıyamet için sura üflenmiş gibi oldukları yerde Hasina’ya bakakalmışlardı.
  Hasina çocukların puta dönmüş hallerinin şaşkınlığı içinde kendinden az önce çıkan sesin şiddetini anlamıştı. Ama artık yapacak bir şey yoktu. Hızla kendini toparlayıp Edibe’ye seslendi. “Sen yanıma gel. Mutfakta bana yardım edeceksin.” Sonra İmran’a dönüp “Sen de Sahra’yı al. Yukarı çıkın. İşim bitene kadar da aşağıya inmek yok. Anladın mı beni?” deyip mutfağa doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. İmran; Sahra’nın elinden tutup çekiştirerek yukarı çıkarırken söylenmeyi de ihmal etmiyordu. “Seni bücür, senin yüzünden oyunumuz yarım kaldı.” Aynı şekilde yarım kalan oyunun diğer oyuncusu Edibe’de annesinin peşinden mutfağın yolunu tutmuştu çoktan. İmran’sa zorla odaya çıkardığı Sahra’ya saydırmaya devam ediyordu. Sahra’nın cevabı ise gayet açıktı. “Ama sizde beni oyunlarınıza hiç almıyorsunuz. Ben oynamazsam siz de oynayamazsınız. Hıh!” İmran; Sahra’nın sözlerinin üstüne bir de keyiften oda da kendince oynamaya başladığını görünce “Dua et kızsın. Yoksa seni kilere kitler, bir hafta da çıkarmazdım.” Deyip kollarını birbirine bağlayıp, sırtını duvara vererek oturmaya başladı. Ama Sahra elinde çevirdiği topu İmran’ın kafasına yanlışla geçirince İmran’ın sinirini kontrol etmeye çalışması çok uzun sürmedi. O sinirle kızın saçından öyle bir çekti ki neye uğradığını şaşıran Sahra avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
  İmran kulağını tırmalayan çığlığın telaşıyla Sahra’nın yanına gelmiş, çömeldiği yerden onu susturmaya çalışıyordu. “Bak sana bir sürü şeker veririm sus artık.” Ama tüm çabası boşaydı. Sahra gibi inatçı bir kız bir şeye başladı mı kolay kolay yarım bırakmazdı. O küçük vücuttan o kadar ses nasıl çıkıyordu hayret. İmran son bir umutla tekrardan konuşmaya başladı. Biliyordu eğer Sahra’yı susturamazsa yine bir ceza alması kaçınılmazdı. “Tamam, lütfen sus artık. Hadi söz veriyorum sana. Sen ne istersen onu oynayacağız.” Sahra; bu teklifi duyar duymaz sanki az önce içinden itfaiye sireni yutmuş gibi ses çıkaran kızı unutmuş ve anında, bir saniye bile beklemeden küt diye susmuştu. Heyecanla İmran’a dönüp bir bir isteklerini sıralamaya başladı. “Önce doktorculuk oynayacağız sen hasta olacaksın bende doktor, sonra evcilik oynayacağız ondan sonra da atçılık. Tamam, mı?” bunları söyledikten sonra boncuk boncuk gözlerle İmran’a bakmaya başladı. Zavallı çocuk isteksizce tamam demek zorunda kalmıştı çünkü reddetme gibi bir şansı yoktu. Oyun oynamaya başladıklarında Sahra emirler vermeye çoktan başlamıştı “Bunu götür, şuradakini al, bunu başına sar, bunu koluna tak, şimdi yere uzan muayene edeceğim seni.” İmran daha oyunun başında gıcık olmuştu zaten son günlerini geçiriyordu bu evde azıcık kalan zamanında da oynamak yerine Sahra’yı eğlendiriyordu. Küçük kız halinden memnun bir şekilde “Tamam, şimdi de düz otur öksür bakalım.” Küçük cadı ne derse yapmak zorundaydı İmran ve zorlaya zorlaya öksürüyordu. Sahra, “Şimdi de kalbini dinleyelim.” deyip çocuğun omuzlarından tutup başını göğsünün sol tarafına, kalbinin üstüne koydu. Bu hareketten sonra İmran’ın kalp atışları hızlanmıştı. “Kalbindeki saat ne kadar hızlı dönüyor ama böyle olursa sen çabuk hastalanırsın. Şimdi sana en güzel ilacı vereceğim ve hemen iyileşeceksin.” diyerek başını kaldırıp İmran’ın suratına bir süre baktıktan sonra dudağının kenarına küçücük masum bir öpücük kondurdu.
  Ergenlik arifesinde bir çocuğa yapılmaması gereken on hatalı davranıştan birini hiçbir şeyden habersiz Sahra yapmıştı. İmran boynundan başlayarak saç diplerine kadar kızarırken “Annem ben hastayken hep böyle yapıyor ve hemen iyileşiyorum sende iyileşeceksin.” diyip tekrar kalbini dinlemeye başladı İmran’ın. “ama senin kalbin hala aynı çalışıyor. Niye iyileşmedi?” diye tekrar İmran’a döndü Sahra. Olayın etkisinden çıkan çocuk ağabeylik taslarcasına hemen cevap verdi “kalp zaten öyle çalışır akıllım, ama sakın bir daha biriyle oynarken bu ilaçtan verme, sadece anneler çocuklarını böyle iyileştirir, başkası yapamaz.” Diyerek Sahra’nın başka şeylerle oynamasına sağlamaya çalışıyordu. Yaşı itibarı ile İmran’ın dediklerini pek anlamasa da “tamam, başka kimseye bu ilacı vermeyeceğim.” Deyip İmran’ın verdiği oyuncaklarla oynamaya başladı. Birkaç saat sonra oynamanın verdiği yorgunlukla uyuya kalmıştı Sahra.
  İmran kafesten çıkan güvercin misali odadan kaçıp alt kata indi, mutfağa gidip Edibe’yi bulacaktı ve oyunlarına kaldıkları yerden devam edeceklerdi. Mutfağa ilerlerken bir yandan sağa sola bakıyordu belki Edibe’yi görür diye ama anlaşılan o hala mutfaktaydı. Kapıdan içeri girip etrafına baktı, bir sürü hizmetçi akşamki ziyafet için koşuşturuyordu. Herkesin suratına tek tek bakmıştı ama Edibe’yi görememişti. Dışarı çıkmak için dönecekken masanın dibinden doğrulan kişiyi görünce durdu. Karşısındaki Edibe idi. Hemen yanına gidip yarım kaldıkları oyun için avluya çağırdı ama Hasina bardaklar bitmeden çıkmak yok dediği için çıkamıyordu Edibe. “Burada bir sürü bardak var akşama kadar bitmez bunlar.” Dedi İmran üzgün bir ifadeyle. Edibe onu neşelendirmek adına “merak etme ben hızlı hızlı yıkayıp erken bitireceğim sen git avluda bekle hatta biraz oyna ben geleceğim.” Diyordu. Daha fazla mutfakta ayak bağı olmamak için avluya çıktı İmran. Saatlerce bekledi, taş sektirdi, top oynadı, hatta tek başına misket bile oynadı ama Edibe’den ses çıkmadı bir türlü, oyun oynamalarına vakit kalmamış akşam olmuş, misafirler bir bir eve gelmeye başlamışlardı artık. İmran’ın annesi Melike ve Hasina bayan misafirleri, babası Latif bey ve Edibe’nin babası yani amcası Muslim bey de erkek misafirleri karşılayıp salonlara alıyordu. İmran olacaklardan habersiz olduğu için bu kadar büyük bir yemeğin verilmesinin sebebini anlayamıyordu. Zaman çabuk akmış misafirler gelmiş, yemek öncesi sohbet çoktan bitmişti. Hizmetkâr büyük bir aceleyle salon boyunca uzanan sofrayı donatıyordu. Her şey hazır olup misafirler yerlerine oturunca Muslim Bey çok önemli ve güzel bir haberi paylaşacağını söyledi ardından konuşmaya başladı “Aziz dostlarım, biliyorsunuz benim tek kardeşim var o da şu an yanımda duran Latif. Başka kardeşim olmadığından ve ondan uzak kalmayı istemediğim için evlendikten sonra ikimizde bu konakta yaşamaya devam ettik. Şansımız vardı; eşlerimizde birbirini çok sevdi ve yıllardır mutlu ve huzurlu yaşadık bu evde. Lakin yarın akşam canımdan çok sevdiğim kardeşimi ve ailesini başka bir ülkeye yolcu edeceğim. Çok üzülüyorum gidişine ama rızkına mani olamam. Bizim ortak isteğimiz bu ailenin gelecekte de şimdiki gibi bir arada olmasıdır. Şimdi gelelim güzel habere bu ailenin ileride de bu şekilde kalması için kızım Edibe’yi kardeşim Latifin oğlu İmran ile sözlendirdim. Allah’ın izniyle bu ailenin devamı onlar olacak.” Bu haberi duyduktan sonra sevinen dostlar gibi aile bağlarının güçlenmesiyle daha da güçlenecekleri için hoşlanmayan ama sahte tebessümler yayanlarda vardı sofrada. İki salon arasında tahtadan bir bölme olduğu için bayanlarda duymuştu bu güzel haberi, herkes bir yandan tebrik ediyordu mutlulukları gözlerinden okunan anneleri.
  İmran, Edibe ve Sahra avludaki yemekte olanlardan habersiz üst katta yemek yiyip birbirleriyle didişiyordu. Onlar hala oyun oynayan iki çocukken kaderleri aileleri tarafından belirlenmişti. İnsanoğlu plan yapıyordu ama kaderi onlar yazamazdı. Ertesi gün İmran’ın ailesi eşyalarını toplamakla uğraştı akşama kadar bu sırada hizmetçilerin konuşmalarından dolayı çocuklarda evlilik olayını duymuştu fakat hiç tepki vermemişlerdi, bunu bir oyun olarak algılayıp gelin damat oyunu bile oynamışlardı. Akşam on uçağıyla Latif Bey eşi ve oğluyla tamamen ayrılmıştı Kahire’den.
  Londra, 1997
Her şey güzel gidiyordu, her iki aile de mutluydu. 5 yıl olmuştu Latif Bey Londra’ya taşınalı, İmran liseyi bitirmişti çoktan. Edibe de genç kız olmuştu ve eşinin evine taşınma zamanı gelmişti. Bir gün ağabeyi Müslim’i bu konu hakkında konuşmak için aradığında inanamayacağı şeyler duydu ağabeyinden. Afrika’nın güneyinde başlayan bir salgın kuzeydeki ülkeleri etkilemişti büyükler bu salgını atlatsa da küçük çocuklarda ölümler oluyormuş ve bu çocuklardan ikisi babalarının melekleri Edibe ve Sahra idi. “Latif kızlarımın ikisi de ölüm döşeğinde yaşayacaklarını bile bilmiyorum günlerdir gözlerini açmadılar.” Dedi Muslim Bey. Sesinden ağlamaklı olduğu belliydi. Kolay değildi bir baba için hele ki türlü tedavilerden sonra onlara sahip olmuşken, gözünün önünde erimelerine dayanamıyordu. Latif endişesini belli etmeden ağabeyine moral vermeye çalışıyordu fakat nafile. Söz konusu olan evlat olunca kelimeler bitiyordu. O an aklına gelen şeyi söyledi “ben yarın ilk uçakla Kahire’ye geliyorum” bu lafı duyan Muslim bey kısacık duraksadı, ardından sesinin tonunu biraz yükselterek “sakın Latif sakın! Senin ayağın dahi değmeyecek buralara. İki çocuğum hastayken senin için de endişelenmek istemiyorum. Ben seni arayım bilgi vereceğim, sen sadece ailenle kal.”
  5 gün sonra Edibe’nin ölüm haberi gitti Londra’ya. Edibe o hastalık ortamında ailesi perişan bir şekilde toprağa verildi yasını bile tutamamıştı ailesi çünkü hiç kimse evinde n çıkmıyordu öte yandan kardeşi hala yaşam mücadelesi veriyordu. Sahra hala direniyordu babası bir an bile ayrılmıyordu kızının başından, birini toprağa vermişti diğerini de kaybedemezdi. 3 gün sonra beklenen haber duyulmuştu. Hükümet salgının aşısını geliştirmiş tüm çocuklara uygulamıştı bu sayede Sahra ölümden dönmüştü. Sahra için yüz tane koyun kesilip, Edibe’nin yas yemeğinin verildiği gün fakir fukaraya dağıtılmıştı. Aynı anda hem cenneti hem de cehennemi yaşamıştı Muslim Bey ve Hasina Hanım. Çöl ateşi ile kutup ayazını beraber yaşamışlardı. Bu olaydan sonra uzun yıllar evlilik konusu açılmadı iki aile arasında ama unutulmadı da...
  Kahire / Günümüz
Uzun yılların ardından Sahra büyümüş serpilmiş genç kız olmuştu artık. Her gün onlarca görücü babasının iş yerinin kapısını aşındırıyordu. Birkaç genç kavga bile etmişti onun yüzünden, hatırı sayılır büyükleri kızının evlenme yaşı geldi geçiyor, bir an önce baş göz etmezsen tatsız olaylar açılır ailenin başına diye alttan alttan uyarıyordu.
  Sahra odasının balkonundan başı sonu belli olmayan çöle bakıyordu. Ona adını veren sahra çölüne. Gündüz kavuran rüzgâr akşam serinliğinde farklı bir hal almış genç kızın yüzünü okşar gibi eserken derin düşüncelere dalmıştı Sahra. Tek çocuk olmanın avantajı ile Mısır’daki diğer kızlara göre daha rahat büyümüştü, iyi bir eğitim almıştı ve İngilizce öğrenmişti ama bunlar tamamen özgür olduğu anlamına gelmiyordu. Var olan kurallar, gelenekler onun içinde geçerli idi. Özellikle de son zamanlarda bu kuralların geçerliliği artmış gibiydi. Bu bir aydır babası dışarı çıkmasına izin vermiyordu bir türlü. Nedenini sorduğunda ise cevap alamıyordu. Dubai’ye gidecekti önceki ay ama ani bir kararla bu planı da iptal edilmişti babası tarafından. O kafasında sorunların nedenini düşünürken Hasina Hanım odasına girmişti. Yatağın başındaki şalı alıp kızının omuzlarına örttü. Boş anına denk geldiğinden olsa gerek irkildi bir anda Sahra. Arkasını dönüp annesini görünce “ah annem korkuttun beni ne diye sessiz sessiz gelirsin ki odama.” Diye söylendi. Artık orta yaşı geçmiş olduğu yüzündeki ince derin çizgilerden belli olan Hasina küçük bir tebessüm ile “kapına iki defa vurdum ama ses vermedin.” Dedi. Bugün çarşıya çıkacaktı annesiyle ama vakit hayli geç olmuştu ve babası yüzünden çıkamadıklarını iyi biliyordu. “yine babam izin vermedi değil mi? Allah aşkına ne oluyor bu adama yıllardır her dediğime tamam diyordu ama şimdi burnumu dahi evden çıkarttırmıyor.” Dedi Sahra. Sitemkâr, birazda öfkeli bir dille… Hasina hanım tam olarak bu konunun sebebini çıtlatmak için gelmişti odaya ve hazır kendisi konuyu açmış diyerek başladı konuşmaya “bende seninle bu konu hakkında konuşacağım, gel oturalım şöyle.” Diyerek. Ardından balkondaki masada karşılıklı oturdular. “kızım, biricik Sahra’m sana bir konu hakkında açıklama yapacağım ama önce beni sessiz sakin dinleyeceğine söz ver. Ha kızım?” sahra annesinin konuşma şekline anlam veremiyordu bi tuhaflık olduğu belli idi. “ne olduğuna bağlı.” Dedi sakin bir şekilde. Hasina daha fazla köşe kapmaca oynamayıp açıklamaya başlaması gerektiğini anladığında bir bir anlatmaya başladı. “sen daha küçükken Latif amcanlar Londra’ya taşındı.” Sahra “eee anne bunu bilmiyor muyum ben? Sırf bunu söylemek için mi bu kadar ciddileştin?” dedi. Hasina tekrar lafa girdi “sözümü kesme ancak bu şekilde baştan sona anlayabilirsin durumu. Amcan taşınmadan önce oğlu İmran ve rahmetli ablanı nişanlanmışlardı. Ablan gelinlik çağa geldiğinde eğer o nalet hastalık Edibe’yi bulmasaydı şuan evli olacaklardı. O zamanlar acımız taze olduğu için uzunca bir süre ses çıkarmadı amcan. Geçen yıl bu konuyu tekrar konuşmuş babanla, biliyorsun bir ailede sözlenen kızın evliliğe engeli çıkarsa, verilen söz sonraki kıza kalıyor. Kısacası sen ve İmran evleneceksiniz!”
  Sahra duydukları karşısında başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordu. Bunca zaman nasıl saklamışlardı bu olayı ondan, evliliği düğünü bir akşam yemeği gibi öylece planlanmıştı. Yıllarca tek kelime edilmeden yaşamıştı. Her gece uyurken kurduğu yurtdışı eğitim planları kısacası tüm planları tuzla buz olmuştu annesinin söylediklerinden sonra. Latif amcasını birkaç defa görmüştü ama İmran kimdi? Varlığından haberdar idi ama hayalini dahi canlandıramıyordu gözünde çünkü o çok küçükken gitmişlerdi Kahire’den. "siz. Siz delirdiniz mi ne İmran'ı ne Londra’sı bu evlilikte nerden çıktı damdan düşer gibi, bunca yıl tek kelime etmediniz ve şimdi karşıma geçmiş biz seni zaten evlendirdik sadece eşyalarını alıp gideceksin mi diyorsunuz! Hemen babamı arayacağım böyle bir şey olamaz ben istemiyorum bu evliliği. Bir başkası için verdikleri sözün yükümlülüğü bana kalmayacak!" annesiyle konuşurken ağzından ne çıktığını umursamıyordu artık. Ses tonu gitgide yükseliyordu, farkında olmadığı şey ise...


1.bölüm sonu

NOT:35 bölümün sonunda bölümlere resim eklemeyi öğrendim. multimedyalar bölüm yazarken karakterleri hayal ettiğim görüntüye en yakın halini, bölüm içinde olacaklara dair tüyoları, olayın geçtiği mekanı yada karakterlerin giyimine dair ipuçlarını vermektedir. yani bunlardan biri mutlaka her bölümde vardır. Aşırı derecede içeriğe dair bilgi vermemekle birlikte bakılmasında fayda vardır. :)

SAHRA!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin