5

10.9K 834 167
                                    

"Konuşmamız gerekiyor." Ses Suga'ya aitti.

Sıçrayarak arkama döndüm. Şanslıyım mı demiştim? Hah!

Bana doğru yürüyerek aramızdaki mesafeyi kapatıyordu. "Neden?" dedikten sonra nefesimi tuttum. Kalbim durmak için çırpınıyordu sanki. Böyle durumlarda hızlı atması gerekmez miydi?

"Çünkü sana söylemek istediğim şeyler var."

"Peki söyleyeceğin şeyler umrumda değilse?" Değildi. Suga'yla iletişimimi kesmek istiyordum. Bana kafayı takan ve belkide sapık olan birini istemiyordum. Beni korkutuyordu.

"Seni seviyorum," dedi aniden. Şaşkınlıkla ağzım açılırken tuttuğum nefesi bıraktım. Şaka yapıyor olmalıydı. Ama çok ciddi duruyordu. Gerçekten doğru söylüyorsa düşüp bayılabilirdim.

"Sen ciddi misin?" dedim sesime sinmiş şaşkınlık tonuyla. Başıyla onay verdi. Ona inanmıyordum. Aramızdaki bir metreyi yarım metreye indirdi. Konuşması için gözlerine bakıyordum ama o benim konuşmamı bekliyor gibiydi.

Ne diyebilirdim? 'Ah Suga, bende seni seviyorum!' mu?

Bana 'seni seviyorum' diyen ilk kişi değildi ama hiçbirinde şaşırmadığım kadar şaşırmış, daha doğrusu şok olmuştum. Jimin onun benden hoşlandığını söylediğinde inanmamıştım. 'Keşke inansaymışım' diye geçirdim içimden. Şuanın provasını yapmış olurdum. "Konuşur musun?" dedim aşırı stresten başıma ağrı girdiğini fark ettiğime. O konuşmadığı sürece bende konuşmazdım. Böylece hiçbir yere varamazdık.

"Seni seviyorum," diye tekrarladı. Hiç yardımcı olmuyordu! Bari bir çıkma teklifi etseydi de, 'hayır' deseydim. 'Ee' dermişcesine gözlerine baktım. "Ne sanıyorsun? Çıkma teklifi mi edeceğim?"

"E heralde," dedim bilinçsizce. Gerçekten farkında olmadan söylemiştim. Etse ne olacaktı ki? Sevgili olamazdık ya. Bana anlamsızca bakıyordu. Karşısında rezillikten erimek üzereyken keyifli olduğunu belli eden bir gülümseme yayıldı yüzüne.

Ne kadar rahattı! Ben burda stresten sivilce çıkarıyordum, O rahatça gülüyordu. Acilen rolleri değişmeliydik. "Ne gülüyorsun be!"

"Komiksin. Yüzün komik. Hahahaahahahah.." Aman ne komik! Ne vardı ki yüzümde? Saçmalıyordu işte salak. Sinirle arkamı döndüm ve koşarcasına yürümeye başladım.

Ne demek yüzün komik!

'Seviyorum'muş!

Cidden şuan sinirden ağlayabilirdim. Uyumak istiyordum ya da yemek yemek.

Arkamdan gelmiyordu ama hâlâ kahkaha seslerini duyabiliyordum. Daha çok sinirim bozuluyordu.

"Konuşacaklarımız bitmedi!" diye bağırdı kendi sokağıma dönmeden hemen önce.

Tamam. Şimdi kararımı vermiştim. Bu çocuk psikopatın tekiydi. Daha fazla ne konuşabilirdik ki? Ötesi var mıydı?

Kendi kendime gülmeye başladım. Sokak boştu ve istediğim anormallikleri yapabilirdim. Evin önüne gelene kadar bağırarak gülmüştüm. Sanırım deliriyordum.

Her şey o kadar ani olmuştu ki.

Beni ilk gördüğünde izlemişti, sonra benden hoşlandığını öğrenmiştim, aynı sınıftaydık, beni seviyordu.

Tabii dalga geçmiyorsa bu bir gerçekti.

Min YoonGi beni seviyordu!

Tanrım, çılgınlık.

Cebimden anahtarı çıkardım. Kapıyı açıp içeri girdim ve çantamı herhangi bir yere fırlattım.

Bugün dershaneye gitmeyi düşünmüyordum. Hemde konuşacağımız bir şeyler daha varken.

Mutfaktan gelen taze poğaça kokusundan annemin orada olduğunu anladım. Koşarak mutfağa gittim ve fırın tepsisinde yeni pişmiş poğaçalardan birini yemeye başladım.

"Anne! Bunlar çok güzel olmuş," diye bağırdım. Aslında dershaneye gitmeme fikrime ne gibi bir cevap vereceğini anlamaya çalışıyordum.

"Dershaneden dönünce yersin," dedi ve uyarıcı bir bakış attı.

"Ama anne zaten geç-"

"Hızlı ol," dedi ve popama vurarak beni mutfaktan çıkardı. Gerçekten oturup ağlayasım vardı. Odama çıkıp üstüme saçma sapan bir kombin yaptım. Üzerime açık mavi bir kazak, altıma düz siyah bir pantolon giydim. Pekte kötü durmamıştı. Saate baktığımda ilk derse 15 dakika kaldığını gördüm. Belki koşarsam ve ölüm yokuşuna kadar canlı kalmayı başarabilirsem yetişebilirdim.

Merdivenleri ikişer ikişer inip gerekli kitap ve defterleri önemsemeden çantamı aldım. Ayağıma siyah spor ayakkabımı giyip evden çıktım. Üzerime hırka bile almamıştım. Zaten kazak giymiştim. Sonbahar havalarında üşüyeceğimi sanmıyordum. Sürekli nemli bir hava vardı. İnsanın içini karartacak kadar da karanlıktı.

Koşarak ölüm yokuşunun önüne geldim. Saate baktığımda beş dakikam kaldığını gördüm. Zaten soluk soluğa kalmıştım, birde burayı mı tırmanacaktım?

"Pekala," dedim kendi kendime. Tam koşmaya hazırlanırken yanımda motorsikletli bir çocuk durdu. Siyah kaskı çıkardığında yine, yine ve yine Jimin olduğunu gördüm. Beni takip ettiğini düşünmeye başlamıştım.

"Atla," dedi. Zaten 20 metre bir şeydi. Hızlıca kararımı verip arkasına yan olarak oturdum. Düşmemek için tek elimi omzuna koyup ayağımı kendime çektim.

Benim çıkmak için ölüp ölüp dirildiğim yolu 10 saniyede çıkmıştık. Motordan inip teşekkür etmek için Jimin'e döndüm. Tam ağzımı açmıştım ki, kaplansı bir kükremeyle yerimden sıçradım.

"Fazla oluyorsun Jimin!"

Suga Jimin'in üzerine yürürken korkuyla geri çekildim. Gözlerinden ateş çıkıyordu.

Yumruğunu Jimin'in yüzüne geçirdi.

Harika! Bu Suga başıma daha ne kadar bela olacaktı?

---

Yorumlarınız için teşekkür ederim!

Tatil olmasına rağmen bölümler biraz geç geliyor. Nedeni ise 15 tatilde bile okulumun devam etmesi -_-

Daha sık yazmaya çalışacağım..

Yorumlarınız değerli...

Bu arada Deep Love (Jimin) adlı hikayeme göz atarsanız sevinirim :)

sugar • mygHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin