"Ne zaman ki kim olduğunuzu unutursunuz, o vakit kırık ayna parçaları batar çehrenize.. Her bir kesik, kimliğinizden bir iz bırakır ruhunuzun kenarlarına. Silsen silinmez, öpsen geçmez.."
Kafamda söyleyeceğim şeyleri düşünürken bir türlü hangisini söyleyeceğime karar veremiyor ve bu yüzden bir türlü odasına giremiyordum. Çünkü ne söylersem söyleyeyim kafamdaki Savaş her dediğime aptalca bir cevap buluyordu. Bende çok zorlamamaya karar verdim. Tam kapının kulpuna dokunacakken zaten aralık olduğunu gördüm. Ama kulak verdiğim telefon konuşması girmeme engel oldu.
"Evet birde bu kızı başıma bela ettim."
"Zaten kimsesizmiş iyileşir iyileşmez postalayacağım."
"Aynen çoluk çocukla uğraşacak vaktim yok biliyorsun."
"Tamam bende uyuyacağım şimdi, iyi geceler."
Söylediklerini idrak etmem birkaç saniyemi alsa da duydukları kalbine ulaşan küçük kız çoktan köşesinde ağlamaya başlamıştı. Bense, yere fırlatılmış bir vazo gibi hissediyordum. Öyle değersiz, öyle her bir yana dağılmış. En ufak parçam halı diplerinde. O kadar ki yokluğunu bile hissedemiyorum. Sağ gözümden gelen bir damla yaş bana burada olduğumu hatırlattı ve kendime geldim. Nasıl gittiğimi bilmediğim odama hızla yürüyüp kapıyı yavaşça kapattım. Yatağıma yatıp ağlayabileceğim en sessiz biçimde içime içime haykırdım tüm gerçekleri.
Kulağıma yapışmış uğursuz bir uğultu gibi gitmiyordu cümleleri beynimin içinden. "İyileşir iyileşmez postalayacağım, zaten kimsesizmiş."
Bunlar nasılda etiket olmuştu üzerime. Şu an kendi aptallığıma ağlıyordum. Nasıl oldu da ona güvenme girişiminde bulunmuştum. Beni evine alması vicdanını rahatlatmak içindi. Ben nasıl oldu da onun iyi bir insan olduğunu düşünebilmiştim. Bunca zaman tek bir iyi erkeğe denk gelmemişken, bu gereksiz güvenme isteği de nereden çıkmıştı böyle. Arkamdan başkalarıyla benim hakkımda konuşup, durumumu aşağılıyordu. Birde şu kimsesizmiş lafı, ne de çok yerden yere vurmuştu beni. Oysa aslında çok defa duyuyordum. Birilerinin bana acıyarak kimsesiz olduğumu duyurmasından nefret ederdim. Meğer küçümsenerek söylenmesi, insanın içini daha çok yakıyormuş. Bana acımadan bakıyor oluşu bir an için içime daha önce hiç hissetmediğim o minik umut tomurcuklarının serpilmesine neden olmuştu. Hayatım boyunca yalnızca bir kere bile bunu hissedemeyen benliğime öyle ağır bir tokat inmişti ki şimdi. Serpilen ne kadar tomurcuk varsa henüz filizlenmeye fırsat bile bulamadan ölüvermişti derinlerimde. İçim, mezarlık doluydu.. Nasıl da böyle bir yanılgıya düşmüştüm, onun başkalarından zerre bir farkı yokken üstelik. Sabah ilk işim bir an önce buradan gitmek olacaktı. Bu gece çok daha iyi anlamıştım. Benim ait olduğum yer her gün lanetler ettiğim, belki başımıza yıkılırda hepimiz kurtuluruz diye söylendiğim kapandan başka bir yer değildi.
Bu gece de diğerlerinden farklı olmayarak kafamı koyduğum yastığa başımın altında bulunduğu için içten içe isyanlar ettirmiştim. Gece boyunca ben ağladım, o ıslandı. Ben çürüdüm, o üşüdü..
-
Uyandığımda saat sekize geliyordu. Ağlamaktan yanan gözlerimi açarken canım yanmıştı. Yataktan tıpkı bir ölü gibi kalkıp yavaş adımlarla banyoya doğru yüzümü yıkamaya gittim. Aynaya baktığımda gözyaşlarımın süzüldüğü yol boyunca simsiyah olan yüzüm ve kirpiklerimi inceledim. Ağlamaktan şişen gözlerimi. Bu halimle içine asla yakışmadığım elbiseyi. Sanki ruhumun biraz olsun vücut bulmuş hali gibiydim. Gördüğüm surete olabilecek en ölü biçimde gülümseyerek nasihat verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SARMAŞIK(KİTAP OLDU!)
Romance"Hiç ölmek istedin mi?" Beklemediğim bu soru karşısında ilk önce şaşırmış sonra kıkırdamıştım. "Neden güldün?" Oturduğum yerden kalkıp eğilerek reverans yaptım. "Karşınızda defalarca intihara kalkışan bir kız var bayım." Suratı ifadesizdi fakat umur...