Giriş - Kızıl Havaları Seyret ki Akşam Olmakta...

31.2K 823 72
                                    

Genç kadın, çıplak ayaklarını kumsaldaki kumların içine soktu. Bu, onu tuhaf bir şekilde eğlendirmişti. Yumuşacık kumlar ayak parmaklarının aralarına dolmuş ve gıdıklanmasına yol açmıştı. Kimsenin olmadığı bu alacakaranlık sahilde; bir başına, dalgaların sesini dinleyerek ve denizin kokusunu içine çekerek yürüdü. Ayaklarına değen, dalgaların sürüklediği kumlar ona bir parça huzur veriyordu... Bu uzun zamandır hasretini çektiği bir duyguydu: huzur. Sahi, huzur kokar mıydı? Huzurun bir sesi, bir kokusu olur muydu? Ya da aynı bu ayaklarına değen kumlar gibi insanın teninde yarattığı bir his? Şüphesiz ki huzurun bir sesi, bir kokusu, yarattığı bir his olsaydı; aynı bu hissettikleri olurdu.

Başını kaldırarak gözlerini ayaklarından sol tarafındaki denize doğru çevirdi. Bu uçsuz bucaksız görünen su kütlesinin bile sonlandığı bir kıyı, ona ket vuran bir kara parçası vardı... Kendisi göremese bile... Hayatın da ona ket vurduğunu hissediyordu. Şimdi kıyılara çarpan bu dalgalar gibi arada kızıyor, sonra iki kıyı arasında durulurcasına sakinleşiyor ve sonsuz huzura ulaştığını sandığı bir anda tekrar önü kesiliyordu.

Güneş batıyor, bir gün daha sona eriyordu. Deniz kızıla boyanmış, gökyüzü pembe-turuncu tonundaki renkleriyle bir kez daha Yüce Yaratıcı'nın sanatını vurguluyordu. Derin bir nefes çekti içine ve sağ gözünden süzülen bir damla gözyaşına izin verdi. Ağlamak istediği için değildi; sadece silmeye çalıştıkça daha fazlasının akacağını bildiğinden müdahale etmekten kaçınıyordu. Kafasını yavaşça iki yana salladı, sonra bekledi. Sanki, beyninin içinde dönüp dolaşan düşünceleri, aforizmaları dindirmek istercesine bekledi. Sonra daha sertçe salladı kafasını, hakkı yoktu huzurlu olmaya, hakkı yoktu huzuru hissetmeye... Altı küsür yıldır huzuru hissedememişti de buradayken mi hissedecekti?

"Saçmalık!" dedi yüksek sesle. "Hayatım da, ben de, düşüncelerim de saçmalıktan ibaret!" Sonra gözleri, önünde, kendisine doğru gelen siluete takıldı. "Yine mi?" diye söylendi. Yine mi yanına geliyordu bu adam? Kadın zaten kendi bataklığında yıllardır yaşamaya alışmıştı. Şimdi bu adam ne demeye üstüne geliyordu ki?! Üstelik reddedilmeye de doymuyordu. Belki de bininci kez yeniden nefret etti kendinden kadın. Kendisi zaten bir kör kuyuda, ölümü bekleyen bir faniydi. İnançlı biri olarak ahirette hesap vereceği zamanı bekliyordu. Onca günahının arasında, bir de bu adamınkini sırtlanamazdı. "Neden anlamıyor sanki? Neden anlamıyor, ondan kaçtığımı, neden anlamıyor benim için artık mutluluk, huzur gibi kavramların olmadığını? Neden göremiyor, vicdan azabımın içimde yarattığı kara deliği? Neden ısrarla geliyor?" diye düşündü yeisle. Sonra aniden durdu. O adama doğru tek bir adım dahi atmayacaktı. Önündeki siluete sırtını döndü ve yavaşça uzaklaşmaya başladı. Genç kadın için mutluluk diye bir kavram olamazdı...

Gözleri tekrar iyice batmakta olan ve kızıllığıyla denizi alev almış gibi gösteren güneşe kaydı. Alev almış... Alev almış... Beyninin içinde kendi sesi yankılanırken, bilinçaltı çığlık atmaya başlamıştı bile. O günü hatırladı. Hayatını kâbusa çeviren o günü... Her tarafı saran alevleri, insanların çığlıklarını... Ürperdi ve kendini derin bir nefes almaya zorladı. Sonra sağ gözünden akan bir damla gözyaşına rağmen gülümseyerek önünde -sadece kendisinin görebildiği- kişiye doğru konuştu:

"Burada olsaydın kesin şu suya atardın kendini, sırılsıklam olurduk ikimizde ama donsakta çıkmazdık şu sudan. Kahkahalarımız dinene, sesimiz kısılana kadar gülerdik seninle..." Sonra akan gözyaşlarını silme gereği duymadan, üzerindeki ince hırkaya daha da sarılarak, alev almış denize doğru yürümeye başladı. Uzun beyaz elbisesi sırılsıklam olmuştu ama kendi kendine, aklına gelen Ahmet Haşim şiirinin bazı dizelerini mırıldanarak, denizin içine doğru yürümeye devam etti:

"...Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta,

Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta..."

Sahildeyse ruhu yalnız kalmış bir adam, bir kadının güneşe yürüyen siluetini seyrediyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sahildeyse ruhu yalnız kalmış bir adam, bir kadının güneşe yürüyen siluetini seyrediyordu. Güneşin denize vuran kızıllığı kadının bembeyaz hırka ve elbisesinin alev almış gibi görünmesine sebep olmuştu. Uzun hırkanın uçları denize doğru yayılmış ve kadının çevresinde bir halka oluşturmuştu. Kadın alevlerin arasında -tıpkı kişiliğini yansıtırcasına- başı dik ve mağrur, sonsuzluğa yürüyordu. Kadının gökyüzüne dönen kafasını gördü. Genç adam, akmak isteyen gözyaşlarına inat- kanlanmış gözlerini yumdu- gözyaşlarına ket vurup kendi kendine mırıldandı:

"Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,

Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak..."

________________

-Bu benim ilk hikayemdi ve büyük ihtimalle de son diyerek paylaşmıştım. Yaptığım-yapacağım noktalama hataları veya anlatım bozukluklarından dolayı şimdiden özür diliyorum. :) Umarım zevkle okursunuz.

- Vee hikaye kapağımız için pentagramavcisi na çok teşekkürler :)

Kızıl Akşam  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin