"İnsanı asıl öldüren şey kalbini durduran şey değildir. Hayatını yaşamasına engel olan şeydir."*
***
Yekbahar'ın yelesine sımsıkı tutunmuş rüzgarı yüzünde hisseden genç kadın, kulaklarındaki sesi silebilecekmiş gibi mahmuzluyordu atını daha hızlı gitmesi için.
Bir zaman sonra kendine gelip de atını yavaşlattığında daha önce hiç sapmadığı bir yönde olduğunu farketti. Kafasındaki bütün düşüncelerden bir süreliğine arınan kadın, ayın aydınlattığı bu karanlık gecede çevresine bakınıp nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Yekbahar'ın yelesini okşayarak:
"Tamam. Başarılı oldun. İddayı sen kazandın. Zihnim şuanda sadece kaybolmam üzerine kafa yoruyor. Umarım dönüş yolunu sen biliyorsundur hanımefendi, yoksa ayvayı yedik."
Arka cebinden telefonunu çıkararak çekip çekmediğini kontrol etti. Ancak tahmin ettiği gibi çekmiyordu.
'Saat henüz 10.30. Buralarda belki de birileri vardır.' diye düşündü. Zihni birkaç hafta önce neredeyse ezdiği o adama gitmişti. Sahi nerede eziyordu o adamı? "Yakınlarda mıydı acaba?" diye mırıldandı.
Bir süre atını serbest bırakıp yönünü bulmasını bekleyen Neşe, sonunda pes etti. Atı kendisi mahmuzlamıştı sonuçta. Onun ne suçu vardı ki? Yavaşça yere atlayan genç kadın kendi kendine söylendi.
"Off! Bir bu eksikti. Yekbahar madem beni buraya kadar getirdin, yatmam için de bir yer bul bakalım bana."
Atıyla sevgi dolu konuşan genç kadın, bir yandan da bembeyaz yelesini okşuyordu.
"Çok güzel kutluyorsun doğum günümü doğrusu. Hem bak bu gün benim için çok önemli sayılır. Artık ikili yaşlarım bitti. Orta yaş sendromuna gireceğim yakında. Otuz oldum ben bugün. Hadi tebrik et beni bakalım. Otuz yaşıma kadar yaşadım. Yolun sonuna az kaldı."
At sanki sahibini anlamış gibi kişnemişti. Sevgiyle gülümseyen Neşe, içinden tekrar etti: 'Yolun sonuna az kaldı.'
Atın dizginlerinden çekerek yürüyen Neşe'nin hedefi bir düzlüğe ulaşmaktı. Bu engebeli patikada Yekbahar'ın ayağının sürçmesini istemiyordu. Yaklaşık bir saat kadar yürüdükten sonra kendisine rahatsızlık veren sol baldırını ovalamaya başladı. Bütün gün koşturmak, ameliyatlarda saatlerce ayakta kalmak, at sürmek ve son olarak da engebeli alanda uzun süre yürümek sol bacağının ağrımasına neden olmuştu. Zaten hafif aksayan bacağı şimdi gözle görünür şekilde sakatlık çıkarmaya başlamıştı.
Atın dizginlerini bir ağaca bağlayıp ağacın dibine doğru çöken genç kadın, bacağını ovalamaya devam ediyordu. Canı çok yanmaya başlamıştı. Ne yazık ki yanında ilaç falan da yoktu. 'Akılsız başın cezasını ayaklar çeker.' Durumuna ne kadar uymuştu böyle.
'Otuzuncu yaşımı tek başıma geçiriyorum.' diye düşünerek üzüldü. Anne babası ona ulaşamayınca çok merak etmişlerdi kesin. 'Pars'ın da haberi olmuş olmalı. Umarım beni aramıyordur.' Adamın bu saatte onu aradığını düşününce vicdan azabından ölebileceğini hissetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Akşam
Romantizm"Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta... Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kana...