Genç kadın Cherry Blossom Avenue'da yürürken pespembe kiraz çiçeklerine bakmaktan kendini alıkoyamıyordu. Bundan olacak ki kafasını havaya dikmiş ağır adımlarla yürürken tek düşündüğü bu çiçeklerin nasıl olup da bu kadar harika gözükebildiğiydi.
Tabi bu durum bir duvara oldukça sert çarpıp geri sekmesiyle son buldu! Newton'un etki-tepki prensibi hiç şaşmıyordu doğrusu!
"Ah!"
Genç kadın düşüyordu... Düşüyordu... Gözlerini sımsıkı kapatıp kendisini yere çarpma anına hazırladı ve bir anda havada asılı kaldığını fark etti. Tek gözünü açıp kendi kendine fısıldadı.
'Newton?!'
"Hay Allah! Ist mit Ihnen alles in Ordnung? (İyi misiniz?)"
Adamın teki beline sarılmıştı! Evet, evet... Resmen sarılmıştı! Daha kötüsü ise bu beline sarılan adam demin çarptığı ve duvar zannettiği adamdı!
Ve Sare her zamanki gibi sımsıkı kapatmış olduğu gözlerini açmadan önce ağzını açmıştı bile.
"Es tut mir Leid! Ich... wirklich... Ich war nicht auf der Suche... und... wirklich, sind Sie in Ordnung? (Çok üzgünüm! Ben... gerçekten... görmedim... ve... cidden, siz iyi misiniz?)"
Sıraladığı cümlelere rağmen aniden kendisini toparlayıp bilinçsizce yakaladığı adamın gömleğinin yakasını bıraktı ve kendisini geriye savurdu. Bu adam demin "Hay Allah" mı demişti, yoksa kulakları bu gavur memlekette bu derece yanılıyor olabilir miydi?
"Hımm... Sind Sie arabisch? (Arap mısınız?)"
Aniden konunun değişmesi genç adamı afallatmış gibi görünüyordu. Ensesini kaşıyıp gözlerini kırpıştırdı genç adam.
"Nein... Nein, ich bin es nicht. Warum? (Hayır... Hayır, değilim. Neden?)"
"Ihm... Für eine Sekunde dachte ich gesagt, du Allah. (Bir saniyeliğine Allah dediğinizi sandım.)"
Kadın, karşısında ona gülümseyerek bakan adamın gülüşünde kayboldu. İstemsizce gülümsediğini fark ederek duraksadı. Kendi kendisine bir azar çekti içinden.
'Toparlan Sare! Adam yakışıklı olabilir! Güzel de gülebilir! Ama Allah özene bezene yaratmış şuna baksana, şimdi dişleri de inci gibi ya! Silkelen ve kendine gel Sare Soylu!'
"Du hast recht! Ich glaube, ich sagte, dass. Ich bin Türke. Ich muss unbewusst gesagt haben. (Haklısınız! Sanırım öyle söyledim. Ben Türk'üm. Bilinçsizce söylemiş olmalıyım.)"
"Kannst du türkisch? (Türkçe biliyor musunuz?)
"Evet."
Kadın adamın Türk çıkmasına çok fazla şaşırmamıştı aslında. Sonuçta Almanya'dalardı.
"Gerçekten özür dilerim, size çarptığım için çok kötü hissediyorum. Önüme bakmıyordum."
"Öyleyse bana bir kahve ısmarlayın."
"Ne?"
"Üzgün olduğunuzu söylediniz ya! Telafi etmek için bana bir kahve ısmarlayın."
Genç kadın adamın pervasızca flört etme girişimine cevap vermeden önce duraksadı ve dudağını ısırdı. Hiç tanımadığı bir adamla fazla samimi olmuş gibi hissediyordu. Sonuçta adama sadece çarpmıştı, öyle değil mi? Yine de -tuhaf bir dürtüyle- kendisini konuşmaya devam etmekten alıkoyamadı.
"Biraz geride bir Starbucks görmüştüm sanırım."
Genç adam, güzel kadının ışıldayan gülümsemesine bakarken içinden çaresizce fısıldıyordu.
'Lütfen... Hatırla beni!'
![](https://img.wattpad.com/cover/64433671-288-k398967.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Akşam
Romance"Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta... Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kana...