"Hatıralarımızın pişmanlıkların altında ezilmesine izin vermeyelim."-William Shakespeare
***
"Günaydın Hikmet Amca!"
"Günaydın Neşe kızım!"
"Günaydın Salih!"
"Günaydın Neşe'li Abla!"
Bisikletini her zamanki yerine bırakırken arkasından gelen sesle gülümsedi kadın.
"Günaydın gece kuşum!"
"Günaydın orman gözlüm!"
Arkasını dönüp kendisine gülümseyerek bakan adamın gözlerinde kayboldu genç kadın. Sevda dedikleri ne güzel bir histi böyle... Sevda dedikleri nasıl kalp yakar, beyin yorardı bu kadar... Sevda dedikleri ne kadar ısıtırdı insanın bedenini... kor olup düşer yakar kavururdu böyle..?
"İşin bitince akşam yemeği için buluşalım mı hep oturduğun o kafede?"
Bir an o garson aklına gelince hayır diyecek olsa da vazgeçti kadın. Bu adam onu korurdu her kötülükten, onun yanındayken zarar görmezdi hiç, göremezdi ki; izin vermezdi orman gözlü devi... Tabi adamın o garsonu çoktan kovduğunu bilmiyordu...
"Tamam."
Kendisine aşkla bakan adama gülümseyerek turistlerin yanına doğru koşturdu.
***
"Nerede kaldı ki? Başına bir şey gelmiş olamaz değil mi? Hiç bekletmemişti şu ana kadar beni."
Endişeyle dudaklarını kemiren Neşe, belki de kırkıncı defa kolundaki saate baktı. Telefonunu da cevaplamayan adam, kadının gerilmesine sebep olmuştu. Kendini rahatlatmaya çalışırken bir yandan da mırıldanıyordu.
"Acaba işi mi çıktı ki? Belki de toplantısı falan vardır."
Lüle lüle saçından bir tutamı parmağına dolamış çekiştirirken kafenin kapısından içeri giren kişileri görmesiyle beyninden vurulmuşa döndü. Hızla ayağa fırladı kadın. Öyle ki arkasındaki sandalye duvara çarpmıştı. Karşısına gelip gülümsemeye çalışan güzel ve alımlı kadının gözlerinin içine bakarak gözlerini kırpıştırdı hızla. Peşindeki diğer kadın da ona gülümsemiş ve kafasıyla selam vermişti. Koşarak gelip bacaklarına çarpan çocuğa bilinçsizce baktı. Zihnini toparlayamıyordu. Neler olduğunu anlayamıyordu. Allah aşkına onlar burada olduğunu nereden bilebilirdi?! Hem ne diye kendisini görmeye buraya kadar gelsinlerdi ki?! Kafasını iki yana sallayıp yutkundu. Karşısındaki kadına elini uzatarak tokalaşmak istedi ama bunun yerine kendisini kadının kollarının arasında buldu. Kendisine sımsıkı sarılan kadının kollarında derin bir iç çekti ve konuşmaya çalıştı ama balık gibi ağzını açıp kapamaktan başka bir şey yapamadı. Kelimenin tam anlamıyla şok olmuştu! Hafifçe boğazını temizledikten sonra konuşmaya çalıştı.
"Be... Belin Su?"
"Evet Neşe. Benim."
"Büşra da... ve Kağan?"
Belin Su'nun arkasında kalan kadın kıkırdayarak kafasını salladı ve oğlunun omuzlarından tutarak kızın bacaklarından çekti. Aynı anda bir hıçkırık koptu Neşe'nin boğazından. Hala bırakmamıştı Belin Su onu... Hala sımsıkı sarılıyordu. Ağlamadan sadece hıçkırmaya başladı Neşe. Kendini durduramıyordu. Kadının omzuna başını gömerek hıçkırıklarını durdurmaya çalıştı ama Belin Su'nun da sarsılan omuzlarını hissedince kendisini hepten bıraktı. İki kadın birbirlerine sımsıkı sarılmış hıçkırarak ağlamaya başlamışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Akşam
Romance"Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta... Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kana...