"Yaşadığın yeri cennet yapamadığın sürece, kaçtığın her yer cehennemdir..." -Alice Taylor, Nehrin Karşı Kıyısı
***
Genç kadının gözleri güneşin kızıllığıyla kamaşmıştı. Akan gözyaşları yüzünden gözleri buğulanmıştı. Güneşe karşı gözlerini kısarak bir süre daha baktı ve yürümeyi kesti. Zaten beline kadar suyun içine girmişti. Kafasını yukarı kaldırdı. Gökyüzü de aynı deniz gibi engindi. Zihni altı yıl kadar öncesine gitti. Yıllar önce gerçekten de mutluluğu iliklerinde hissettiği ve huzuru oksijen gibi içine çektiği zamanlara...
***
Genç kız alarmının sesiyle gözlerini açtı. Nefret ediyordu sabahın köründe kalkmaktan! Yatakta bağdaş kurup oturdu ve bir süre anlamsız gözlerle etrafı seyretti. Sonra eline aldığı telefonunun saatini beş dakika sonraya erteleyerek, yeniden devrilip yatağa yattı. Halbuki kendisi de biliyordu, kendi kendine işkence yaptığını.
"Beş dakikacık yeter. Sadece beş dakika..." diye mırıldandı. Ancak ne yazık ki gözlerini kapamasıyla açması bir oldu, çünkü alarmı yeniden çalıyordu. "Of! Beş dakika olmuş olamaz değil mi?" diye söylenerek saate baktı tekrar. Sonra panik halinde yataktan fırladı. Beş dakika beş dakika daha diyerek alarmını otuz beş dakika ötelemişti. Böyle yatmaya devam ederse kesin geç kalacaktı. Yataktan fırlayıp hızını alamayarak dolabının açık kapağına dizini çarptı. Kuş gibi ciyaklayarak dizini ovdu ve bu sırada da kapının çerçevesine kafasını geçirdi. Tok! diye çıkan sesin ardından bu kez de elini kafasına götürdü ve yaşaran gözlerini kırpıştırdı.
"Şu kapıdan çıkmayı başarırsam hastaneye de gidebilirim rahatça. Evet, kızım Neşe, sende bu potansiyeli görüyorum ben! Yapabilirsin! Aslansın, kaplansın!" Hayıflanmaları eşliğinde banyoya doğru yollanırken çoktan kahvaltısını gözden çıkarmıştı. Böyle uyuyakaldığı günlerden edindiği tecrübelerle biliyordu ki kahvaltısını ancak saat 10.00 gibi yapabilecekti ki bu da ancak vakit bulabilirse yapabileceği bir lükstü. Eğer saat 10.00 gibi bir mola bulamazsa ancak öğle yemeğinde midesine bir şeyler girebilirdi.
Banyo aynasında karışmış saçlarına ve dün gece temizlemeden yattığı için akmış göz kalemine umutsuz bir bakış attı, sönük saçlarını elleriyle kabartmaya çalıştı –ki başarısız oldu. "Harika! Hayır, umutsuz vakayım tamam da bu kadarı bana bile fazla!" kolundaki saate bakmasıyla tekrar iç geçirmesi bir oldu: Uyuşukça oyalanarak on dakikasını daha boşa geçirmişti.
Elinden geldiği kadar hızlı hazırlandı ve kapıdan çıkmadan önce boy aynasında kendine bir göz attı. Bir yandan da kafasında görünüşüyle ilgili olan check listine artı atıyordu.
Saçlarını hafif dağınık toplamıştı, kenarlardan çıkan kahverengi saçları hoş duruyordu -tamamen tesadüftü yoksa bilerek asla bu şekilde saçlarına şekil veremezdi: artı. Gerçi saçlarına attırdığı bakır gölgeler iyice aşağıda kalmış ve açılan renkle sarıya dönmüştü ama kötü gözükmediğini düşündü genç kız, o yüzden şimdilik görmezden gelebilirdi.
Eyeliner, lacivert büyük gözlerine dikkat çeken: artı. Vücudunda tek sevdiği yerleri bu büyük gözleriydi. Bu şekilde burnunun kenarındaki ve alnındaki su çiçeği lekeleri ilk bakışta daha az dikkat çekiyordu.
Ruj; şeftali tonlarda, çok göze çarpmayan ama hoş bir renk veren: artı.
Gömlek, ütülü, temiz ve klasik: artı.
Küçük bir taşlı kolye: artı.
Baharın gelişini kutladığı çiçekli rengârenk eteği: artı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Akşam
Romance"Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta... Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kana...