Bölüm 26 - Ölüm, Ayrılığın Kardeşidir...

7.1K 474 15
                                    

Uzuuun bir bölümle merhaba! Yazarken bittikçe başa sardım şarkıyı, size de tavsiye ederimm :))

__________________

"Ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet

beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç..."-Bir Adın Kalmalı Geriye, Ahmet Hamdi Tanpınar

***

"Hayır! HAYIR! Yağmur, aç o orman gözlerini yalvarırım!.. Bak bana!.. Lütfen!.. Allah'ım lütfen!.. Lütfen onu benden alma!.. Yağmur!"

Elini boğazına götürüp nabız ararken güçsüzce atan vuruşların titreyen parmaklarının altından kaybolduğunu hissetti. Beyninin içinde çığlıklar atıyordu düşünceleri.

'Ben doktorum! Lanet olası bir doktor! Neşe, bir şeyler yapsana! Bir şeyler yap be kadın!'

Zangır zangır titreyen ellerini yumruk yapıp açtı. Nefes almaya çalışarak kaybettiği nabzı tekrar hissetmeye çalıştı. Parmağına güçsüzce vuran nabzı aldıktan sonra tuttuğu nefesini geri bıraktı. Titrek elleriyle yüzünü silmeye çalışsa da durmadan akan gözyaşları yüzünden bir değişiklik olmadı. Arkasını dönüp çevrelerinde birikmiş kalabalığa doğru haykırdı.

"Biri ambulansı arasın! Hemen arayın şunu!"

Birçok elin aynı anda telefonuna gittiğini görünce tekrar sevdiği adama döndü. Gözlerini hızlıca silip öksürdü. Kendini toparlaması lazımdı. Şu anda bir doktora ihtiyacı vardı, zırlayan bir kadına değil!

Hızla üzerindeki ince yazlık hırkayı çıkarıp adamın kafasına tampon yaptı. Gözlerini çevirerek etrafı taradı. Sonra da yanına çökmüş adamlardan birini çekiştirerek "bastırmaya devam etmesini" söyledi. Kalkıp ileride gördüğü bir ağacın yanına gitti. Sarkmış dallarından birini çekiştirerek kopardı. Dalı ikiye kırıp adamın kırılmış kolunu şortundan çekip çıkarttığı süs kemeriyle sağlama aldı.

Bu sırada gelen ambulans sesiyle hıçkırmaya başladı. Kontrolsüzce hıçkırıyor, ağlamasını kontrol edemiyordu. Sinir krizi geçirmekte olduğunu düşünüp kendini sakinleştirmeye çalıştı. Görevlilere yardımcı olup adamı sedyeye koyarken, doktor olduğunu söyleyerek güç bela, yalvararak ambulansa kendini aldırdı.

Adam kanıyordu ya, o da kanıyordu. Ölüyordu kadın... Nefes alamıyordu... Zamana göreceli derler ya! Öyleymiş hakket... Geçmiyordu şu zaman dedikleri illet! Yavaşlamıştı sanki bir kaplumbağa sırtında... Oysa demin arabayla yüz yüzeyken değil miydi, hızla bitip tükenen?

Gözlerini ellerine çevirdi kadın, kıpkırmızı kana boyanmıştı elleri ve parmağındaki yüzüğü... Sevdiği adamın kanına... Gözyaşları eline düşüp kanla karışırken, ellerinin bu kadar titriyor oluşuna şaştı... Kafasını kaldırıp sedyede yatan adama baktı. 'Kalk!' demek istedi.

'Kalk, ne olursun! Bana böyle bir acı yaşatma! Bu kadar zalim olma!'

Acilin önünde sevdiği adamın vücuduna kataterler, serumlar takıldığını görüyordu. Her tarafından kablolar sarkarken ilk defa doktorların ne kadar korkunç göründüğünü düşündü. Empati yapmayı iyi bildiğini zannederken, ilk defa başkalarının acısını gerçekten anladı.

Kızıl Akşam  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin