Elimdeki bıçağı daha sert indirdim. Ne kadar sert darbeler indirirsem öfkem de o denli artıyordu.
Katlettiğim domatesleri tabağa boşaltırken uyandığımdan beri kendime verdiğim komutları tekrar ediyordum bir yandan. Fakat sakin kalmam gerektiğiyle ilgili verdiğim komutlar intikam isteğimin yanında fısıltıdan öteye geçmiyordu.
Emirhan'ın beni ne zamandan beri kullandığına dair aklımda dönüp duran sorular, Emirhan'a karşı ilginç intikam teorilerini de beraberinde getiriyordu. Tanıştığımız ilk andan beri bana yalan söylememiş olduğunu umuyordum çaresizce zira bu, Gökhan hakkında söylediklerinin de gerçek olmadığını gösterirdi.
Eğer durum buysa yıkılmam işten bile değildi bunu biliyordum. Öfkesini kontrol altına alabilen bir insandım fakat hayal kırıklığımın bana yaptıracaklarını tahayyül dahi edemiyordum. Öfkesinden ziyade içinin acısına kulak veren insanlardandım ben.
"Günaydın Gökçe."
Uykulu kısık sesini işitmemiş gibi davranarak işime devam ettim. İşim ise domatesleri keskin bıçak darbeleriyle katletmekti.
"Sarp ile yapacaktın kahvaltıyı, unuttun mu?"
Sesindeki telaşı sezmemek elde değildi. Sarp'la buluşmaya gitmekten vazgeçersem planlarının bozulacağını çok iyi biliyor ve oyununu iyi oyuyordu. Gözlerime bakan yeşillerinin içinde her yakaladığım duygunun şimdi yalan olduğunu biliyordum ya içimde hiç kabullenmeye hazır olmadığım bir sızı baş gösteriyordu.
Hayatımdaki her insan beni aldatmak için sözleşmiş olmalıydı. Bu altın saçlı adamı hayatıma ne zaman aldığımı kendim bile bilmiyordum gerçi.
"Aklımdan çıkmış." dedikten sonra bıçağı kesme tahtasının üzerine koydum ve onu mutfakta bırakarak odama çıktım.
Çehremin, içimdeki karalığı yansıttığına emindim ama Emirhan oralı bile olmamış, ağzını bile açmamıştı. Belki de farkındaydı içine düştüğüm kuyunun fakat onun tek odaklandığı noktanın Sarp'tan alacağı belge olması muhtemeldi.
Düşüncelerimle baş ederken dolaptan aldığım kotumu ve tişörtümü üzerime geçirdim. Ağlamamak için verdiğim mücadelede yine mağlup oluyordum.
İçimden kopan hıçkırıklara tek sebep Emirhan değildi elbette. İçimden kopan gözyaşlarım, acınası yalnızlığıma ithafen akıyordu bu sefer de. Yeterince çilemi doldurmamışım gibi bir de kardeşimi bulamayacak olmanın verdiği acı kalbimi iki taş arasına almış eziyordu şimdi.
Ne acıdır ki kalbimi ezen taşları tutan eller Emirhan'dan başkasına ait değildi.
Odadan çıkmadan önce elimdeki peçeteye burnumu sildikten sonra kızaran gözlerimin düzelmesi adına biraz daha bekleyip çıktım odadan. Her an tekrar ağlamaya başlayabilirdim.
"Gökçe, ne bu yüzünün hali?"
Kapının yanına ilişmiş beni bekliyordu. Çenesine baktığım için göremiyordum gözlerini. Bakmaya da cesaretim yoktu, gözlerinden bile korkar olmuştum. Gözlerinin dahi yalan saçtığını kabullenmek işime gelmiyordu çünkü.
Öfkemi ve ona karşı içimde çığ misali büyüyen buzları gözlerimde görmesini de istemiyordum. Son ana kadar kendini küçük oyununda galip zannetmesi gerekiyordu.
"Sarp yüzünden canım sıkkın biraz. Çıkalım hadi."
Hala kapının önünden çekilmeyen bedenini tekmelemek, yorulana kadar hırpalamak istiyordum.
"Neden yüzüme bakmıyorsun öyleyse?"
Sorusuna benden bir cevap alamayınca bu sefer de çenemi kavrayıp hafifçe kaldırdı başımı. Ama ben hala onun yeni tıraş olduğunu belli eden pürüzsüz çenesine bakıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Centilmenler Kulübü
General Fictionİki tarafın da karşılıklı çıkarlarını koruduğu bir anlaşmayla başladı her şey. Tek bildikleri, istediklerini alana kadar verdikleri sözlerden dönmeyecekleriydi. Fakat bilmedikleri bir şey vardı, muhteşem bir tutkuyla istenen her şey içinde bir parça...