Garip yemeğin ardından – aslında garip olan yedikleri değil yanındaki kızın kulağına fısıldadıklarıydı – Gökçe'yi eve bırakıp kendi evine geldikten sonra salondaki koltuğa külçe gibi yığılmıştı. Gökçe'nin söylediklerinden mi yoksa kızın yüzüne bu kadar yakından bakarken ona yalan söylemenin içinde yarattığı ezilme hissen mi bilinmez koltuğun tepesinde sabahı etmişti.Saatlerce düşünmek onu bir sonuca ulaştırmamış aksine zihnini yorduğuyla kalmıştı.
Gökçe'yi görme ve aklındaki soru işaretlerinden birkaçını giderebilmenin verdiği azimle hazırlanıp şirketin yolunu tutmuştu. Beş dakikada bir sekreterine Gökçe'nin gelip gelmediğini sorması dışında geldiğinden beri başka bir şey yapmamıştı, sekreterinin sabrını sınıyor olmasını dert ettiği söylenemezdi. Zira dert edinecek başka şeyler bulmuştu kendine, Gökçe'nin yokluğu gibi...
Aslına bakılırsa onunla karşılaştıklarında Gökçe'nin yine dün geceki gibi garip davranışlarda bulunmasından ve tuhaf konuşmasından endişe duyuyordu. Bir yandan da ona yalan söylemek artık dik bir yokuşta koşmaya çalışırcasına zor gelmeye başlamıştı. Gökçe'nin tüm bu yalanları gerçek zannederek susmadan konuşmasını dinlemek belki de daha zordu.
Gece boyu bir yanı 'Ne olacaksa olsun söyle gitsin' demiş diğer yanı ise 'Otur oturduğun yerde, yok yere karıştırma ortalığı' diye fısıldamıştı. O ise yine son zamanlarda olduğu gibi yapması gerekeni değil yapmaması gerekeni fısıldayan ince sese kulak vermişti.
Saatin on buçuğa yaklaşmasıyla iyice yerinde duramaz oldu. Resmen işe gelmemişti! Sabahtan beri aşınan telefonunu yine eline almıştı ki cep telefonu masanın öbür ucunda ötmeye başladı. Elindeki ahizeyi sıkkınca yerine bırakıp telefonunu eline aldı. Alparslan'ın aramasını cevaplandırdığı sırada aklı hala Gökçe'nin neden işe gelmediğindeydi.
"Günaydın."
Gelen tatsız sesle kaşlarını çattı. Güneşin doğuşunu keyifsiz karşılayan tek ben değilim galiba, diye düşündü.
"Günaydın, hayırdır?" diyerek karşılık verdi Alparslan'a. İş saatinde muhabbet etmek için kendisini arayacak biri değildi.
"Gökçe ile ilgili konuşmamız gerek."
Duyduğu isimle istemsizce yerinde dikleşmiş ve sanki Alparslan karşısındaymış da susuyormuş gibi kaşlarını çatmıştı.
"Gökçe hala işe gelmedi. Neler oluyor?"
Kötü bir şey olmuştu, hissediyordu. Zaten dün gece yaşadıklarından sonra –Gökçe'nin yüzünü pancara çevirme konusunda hiç olmadığı kadar ısrarcı olmasından sonra- hislerine hacet yoktu. Kızın dün geceki tuhaf tavırları ve cümleleri felaketin habercisi gibiydi ama zannediyordu ki Emirhan bunu zamanında anlayabilecek kadar kıvrak bir düşünme yetisine sahip değildi. Konu Gökçe olunca mantığının ibresinin şaştığı düşünülürse bu normaldi .
"Benim iptal edemeyeceğim bir toplantım var. İki saate biter, holdinge gelebilir misin?"
Hemen yerinden kalktı aceleyle. Mümkün olsa şuanda Alparslan'ın yanına ışınlanırdı, ona gelip gelmeyeceğinin sorulması çok manasız gelmişti.
"Şimdi söyle ne oldu?"
Işınlanmak seçenekleri arasında olmadığına ve oraya varana kadar bekleyecek sabrı olmadığına göre şuanda da konuşabilirlerdi.
"Gelince Emirhan. Bekliyorum."
Belli ki Alparslan onunla aynı fikirde değildi. Telefonun aniden kapanmasına bir küfür mırıldanıp askıdaki ceketini aceleyle üzerine geçirdi. Hışımla odadan çıktığında hemen yan taraftaki masasında işine gömülmüş sekreterine "Her şeyi iptal et!" diye seslenip kadının dikkatini çektikten sonra üzerine yönelen şaşkın bakışları umursamadan şirketten neredeyse koşarak ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Centilmenler Kulübü
General Fictionİki tarafın da karşılıklı çıkarlarını koruduğu bir anlaşmayla başladı her şey. Tek bildikleri, istediklerini alana kadar verdikleri sözlerden dönmeyecekleriydi. Fakat bilmedikleri bir şey vardı, muhteşem bir tutkuyla istenen her şey içinde bir parça...