Saat on bir olduğunda kız daha gözlerini açamamıştı. Annesi odaya girdi,
“E yok artık ama kızım! Saat on bir! Hayır, yani köy havası seni nasıl kaldırmıyor anlamıyorum. Benim gibi uykuyu seven birini bile saat altıda ayağa dikti, dinç bir şekilde. Sen nasıl uyuyorsun bu temiz havada hayret ediyorum.”
“Okul yok. Erken kalkmama sebepte yok. Bırak uyuyayım anne yaa!” dedi Yağmur.
“Yağmur! Herkes kahvaltıyı etti. Kalk ve bari öğle yemeğine eşlik et. Kimse senin için yemek hazırlayamaz.”
“5 dakika daha lütfeeeeen!”
“En son 5 dakika dediğinde saat dokuzdu ve iki saate dönüştü o.”
“Ya anneee!”
“Sen hala kalkmadın mı?” bir an durdu Yağmur. Kıvanç’ın sesini duyar gibi olmuştu. Ya da kendi diyişiyle –adını bilmediği için- çimen göz. Yavaşça ayağa kalktı ve arkasını döndü. Kıvanç karşısındaydı! Yağmur rüya görmemişti!
“Senin burada ne işin var!?” diye bir çığlık attıktan sonra annesinin kahkahaları eşliğinde yorganın altına girdi. Kıvanç onun sevimli bir küçük kız olduğunu düşündü. Yorganın altına sakladığı başını yavaşça çıkardı. Hava deliği açmıştı kendince.
“Ya sen niye buraya giriyorsun ki! Nerden çıktın!” diye kızdı hala yorganın altında. Güldü Kıvanç,
“Tahmin etmeyeceğin yerlerden çıkabilirim ufaklık.”
“Sensin ufaklık!” gülerek çıktı Kıvanç. Yağmur onun bu eve nasıl rahatça girip çıktığını düşünüyordu.
“Şapşal şey!” diyerek ayağa kalktı. Aynada ki yüzüne baktığında bir çığlık daha attı. Ev halkı onun çığlıklarına alıştıkları için ‘İmdat’ demediği sürece yanına gitmiyorlardı. Bu çığlığı da umursamamışlardı. Zaten umursanacak bir şey değildi. Yağmur uyurken dağalan yüzünü görünce çığlığı basmıştı. Daha içlere girerse Kıvanç onu bu halde gördüğü için çığlık atmıştı. Normalde çok güler yüzlü bir insandı. Kızmadığı sürece kaşlarını çatmazdı. Ama burada her fırsatta çığlık atan birine dönüşmüştü. Kafasını iki yana salladı. Saçını taradı. At kuyruğu olarak topladı ve üstüne bir elbise giydi. Elbisesi toz pembe renginde ve üstünde kahverengili, pembeli çiçekleri olan bir elbiseydi. Diz üstüydü ve yarım koldu. Bel kısmı oturuyordu beline. Üstüne kahverengi küçük bir yelek giydi. Arka tarafı kısa önü biraz uzundu. Daha sonra merdivenleri hoplayarak aşağıya indi.
“Günaydın saygı değer ailem!” diye bağırdı. Nenesinin yanına gitti,
“Tünaydın diyecektin herhalde.” Dedi nenesi. Öğlen sofrasının kurulmasına yardım etti. Kıvanç bu sırada dışarı da hayvanları yemliyordu. Yanına koşuşan tavuklar onu gülümsetiyordu. Yağmur camdan dışarı bakarken Kıvanç gördü. Üstüne resmen yapışan bir mavi tişört giymişti. Altındaysa normal bir kot pantolon vardı. Kaslarını görünce çok şaşırdı Yağmur. Köyde bunu nerde yapmıştı ki? Tavuk taşıyarak mı?! Ya da belki inek taşıyordur? Kafasını salladı ve beynindeki tavuk-inek tartışmasını bitirdi. Daha sonra da dışarı çıktı. Kıvanç onu görünce gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
*Baş Belası*
RomanceAşk bu kadar saf olabilir miydi gerçekten? Peki ya yolları kesişen iki genç bu dünyaya karşı el ele mücadele edebilir miydi? Yağmur ruhu çocuk kalmış, 21 yaşındaki sakar bir şirineydi sadece... Kıvanç ise ukalalığının altına sevecenlik gizlenmiş 24...