Yağmur onu beklerken tabir-i caizse haşatı çıkmıştı. Ve hafiften terlemişti. Dakikada bir parfüm sıkıyor, deodorant sürüyordu kendine. Garip bir ruj yeme alışkanlığı vardı. Bütün ruju yiyor sonra yine sürüyordu. Tam o sırada kapı çaldı. Yine koşarak gitti. Bu kez sadece tökezlemişti. Kapıyı açtı ve ta-ta-ta-dam! Hayır Kıvanç değil. Karşısında babası vardı. Babası hayranlıkla süzdü kızını.
“Çirkine bak sen. Ne kadar kötü olmuşsun!” diye dalga geçti birde. Bu onun dilinde çok güzel olmuşsun demekti. Eğer babası ‘Çok güzel olmuşsun, hoş olmuşsun.’ Gibi bir şey derse bu o an kötü şeyler olduğunu gösterirdi. Yine kapı çaldığında bu kez koşmadı. ‘Bu kez de süt isteyen komşudur.’ Diye düşündü. Kapıyı açıp,
“Süt, şeker, tuz?” diye sordu. Kıvanç sözleri ne kadar anlamasa da Yağmur’u süzmekten kendini alamadı. O çok güzel olmuştu. Tıpkı bir melek gibi. Beyaz teninin üzerine o kırmızı elbise o kadar güzel olmuştu ki. Hey ama dur bir dakika! Şu eteğin yırtmacı neden bu kadar yukarıdaydı ki?
“Ne?” diye sordu gözlerini Yağmur’dan ayırıp.
“Seni komşu sandım da.” Dedi Yağmur. Tanrım! Daha önce hiç böyle görmemişti Kıvanç’ı. Bu kadar yakışıklı! Fazla yakışıklı. ‘İyi ki iddialı giyinmişim.’ Dedi.
“Nasıl olmuşum?” dedi Yağmur utanarak.
“Mükemmel. Ç-çok g-güzel.” Yağmur gülümsedi,
“Sende öyle.” Dedi. Bir süre daha öyle kaldılar. Yağmur,
“Böyle bekleyecek miyiz?” dediğinde sonunda kendine gelebilmişti Kıvanç.
“Ah doğru ya! Hadi çıkalım.” Yağmur içeriden çantasını alıp geri geldi. Annesini ve babasını öptükten sonra kapıya çıktığında Kıvanç kolunu uzattı. Yağmur hafifçe kıkırdayıp koluna girdi onun. Arkasına el sallayarak yürümeye başladı. Kıvanç ilk kez odun gibi davranmıyordu belki de. Kapısını onun için açtı ve sürücü koltuğuna yerleşti. Mezuniyetin olduğu alana gidene kadar konuşmadılar. Yüksek sesli müzik kulaklarını delmeye başladığında geldiklerini anlamıştı Yağmur. Kıvanç indi ve Yağmur’un kapısını açtı. Çılgınlar gibi dans edenler mi dersiniz, şarkıya bağırarak eşlik edenler mi ya da sevgilileriyle ilgilenenler mi… Milyon tane kişi vardı.
“Gel.” Dedi Kıvanç ve elini Yağmur’a uzattı. Yağmur önce elinden tuttu, sonra da koluna girdi. Alana doğru yürürken kapı girişinde durdular. Beyaz-pembe çiçeklerle donatılmış bir çelenk vardı kapıda. Ters U şeklindeydi. Çiftler olarak herkes orada Mezuniyet Balosu fotoğrafı çektiriyorlardı. Kıvanç’la yan yana durdular. Kıvanç elini yavaşça Yağmur’un beline götürdü, Yağmur’da elini onun omzuna. Küçük tebessümler verdiler ve fotoğraf çekildi. Gülümseyerek yürüdüler.
“Bizim masa şu tarafta.” Diyerek Yağmur’u çekiştirdi Kıvanç.
“Merhaba millet!” bütün kafalar Yağmur’un üstünde sabitlendi. Utançla yüzü kızardı ama Allah’tan allıktan dolayı belli olmuyordu.
“Ben Esma.” Diye elini uzattı bir kız. Saçları sarı ve kısaydı. Ela renginde gözleri vardı ve çok güzel bir turuncu kısa elbise giymişti. Gülümseyerek elini sıktı kızın,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
*Baş Belası*
RomanceAşk bu kadar saf olabilir miydi gerçekten? Peki ya yolları kesişen iki genç bu dünyaya karşı el ele mücadele edebilir miydi? Yağmur ruhu çocuk kalmış, 21 yaşındaki sakar bir şirineydi sadece... Kıvanç ise ukalalığının altına sevecenlik gizlenmiş 24...