İKİNCİ BÖLÜM

287 123 57
                                    

 Hava tamamen kararmış, güneş artık kendini gösterme işini aya bırakmıştı. Dolunay vardı fakat onu görebilecek insan olduğu muhtemeldi. Ne kadardır baygın olduğunu bilmiyordu. Göz kapaklarını oynatmaya başladığında gecenin kokusu ve serinliği vücudunu sardı. Sonra yaprakların ve ağaçların hışırtısını duydu. Sonra bir adım sesi. Adım sesi mi? Hayır, korkmayı bırakacaktı. Babasını bulmalıydı. Nerede olursa olsun onu bulmalıydı. Gözlerini sonunda açabildiğinde etrafına bakındı. O kadar karanlıktı ki ay ışığı olmasa hiçbir şey göremeyecekti. Zifiri karanlıkta onların arasında dolaşmayı hayal edince tüyleri ürperdi. İki elinden destek alarak oturduğu yerden kendini kaldırdı. Ne yapacağını artık biliyordu. Babası yanında olmadığında iş kendine kalmıştı ve artık cesur kalmalıydı. Yavaş ve sessiz adımlarla yürümeye başladı. Nereye gittiği hakkında hiçbir fikri yoktu fakat babası eğer buraya geldiyse belki de bildiği bir yer vardı. Gözlerinin önüne annesinin ölümü gelince kafasını iki yana sallayarak kurtulmaya çalıştı. Güçlüydü. Ne hayal kurmanın ne de geçmişi düşünmenin bir faydası vardı. Annesi o çirkin şeylere dönüşecekti. Onu öyle görme ihtimali bile tüylerini ürpertiyordu. Bir açıklığa geldiğinde kafasını kaldırdı ve kendini güçlü hissetmeye çalışarak yürümeye devam etti. Bir süre sonra ormanın derinliklerinden gelen tuhaf seslere kaydı bakışları. Bir çalılığın arasından insana ait olamayacak bir çift el göründüğünde kalbi yine mantıklı düşünmesine engel olmaya başlamıştı. Çünkü kaçmak yerine öylece duruyordu. Bütün vücudu çirkinliğini belli ederek yaklaşmaya başladığında sonunda kendine gelmişti ve koşmaya başlamıştı. İçinden sürekli aynı cümleleri tekrarlıyordu ve her seferinde de gerçekliği sorguluyordu.

"Kendime gelmeyelim."

"Her seferinde kendimi kaybetmemeliyim."

"Bunlar gerçek mi, olanlar? Yoksa hala evimde derin bir uykunun rüyasında mıyım? Hayır, her şeyi hissediyorum. Burdayım."

Kendi kendine düşünürken sanki omzunda tekrar bir el varmış gibi hissediyordu.

Arkasına bakmadan ne kadar koştuğunu anlayamamıştı. Artık ayakları onu taşıyamayacak gibi olduğunda durmak zorunda kalmıştı. Nefes nefese arkasını dönüp hiç kimse olmadığını gördüğünde rahat bir nefes aldı. Etrafına bakmaya başladı, ne yapacağını bilemiyordu. O sırada karşısında küçük bir ev gördü. Pencereleri tuğlalarla kapalı, girişi dik merdivenlerden oluşan bir yerdeydi. Evin bu kadar kısa sürede yapılamayacağını düşündü Bediz. Yani bunun gerçekleşeceği biliniyor muydu?

Kendisine cevabını bulamadığı soruları sormaktan vazgeçip merdivenleri ikişer ikişer çıkmaya başladı. Umuyordu ki burası babasının onu getireceği yer olsun. Elini kaldırıp kapıyı hafifçe çaldığında elinin ne kadar kirlendiğini fark etti. Sahi, ne kadar zaman olmuştu ki? Ne kadar baygın kalmıştı? Kalbinin sesini kulaklarında duyması hiç bitmemiş olsa da kendine korkmayacağını telkin edip duruyordu. Kapı yavaşça aralandığında yaşlı bir adam göründü içerde. Kapıyı o kadar az aralamıştı ki sadece beyaz saçları ve mavi gözleri görünüyordu.

''Kimsin?'' Sert sesi ve yüzüyle Bediz'e baktı.

''Lütfen beni içeri alın!'' dediğinde Bediz, adamın kaşlarının iyice çatıldığını ve kendisini baştan aşağı süzdüğünü fark etti ve konuşmaya devam etti.

''Gidecek hiçbir yerim yok, babamı kaybettim. Lütfen, onu bulamıyorum.''

Konuşurken tekrar gözleri dolsa da ağlamamak için kendini sıktı. Göğsü ağrıyordu fakat güçlü duracaktı. Adam, Bediz'in yaralı olup olmadığını öğrendikten sonra onu içeri aldı. İçeri girer girmez ilk dikkatini çeken yerdeki ayı postuydu. Onun hemen yanında deri bir koltuk ve yanında duran bir yığın kitap vardı. Evin geri kalanını incelediğinde her yerde kitaplar ve notlar olduğunu fark etti. Adam, mutfağa girip birkaç dakika sonra yanına geldi. Bediz'in deri koltuğa oturmasını işaret etti ve elindeki buharı çıkan çayı uzattı.

AŞK İSTİLASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin