41. Bölüm | "Sana diyorum kıvırcık!"

487 20 4
                                    

Merhabalaaaaaar📡 Sonunda yeni bir bölüm yazmayı başarabildim🥁🎺🥁🎺🥁🎺🥁📯 En sonki bölümü şubat ayında atmışım 🙃 çk utnç vrci☺ ... sizin hikayeye verdiğiniz vote ve yaptığınız yorumlar beni inanılmaz derecede mutlu edip motive ediyor kiiii... bu yüzden yorumlarınızı benden esirgemeyin.. hem hala hikayeyi sıkı takip eden insanları görmüş olurum.. daha doğrusu böyle insanalrın hala var olduklarını  🐴 ben ettim siz etmeyinn.. Ben bölüm atmadım ama siz yorum yazın 😥😥 bir de şu var: bölümü okuduktan sonra sizce hikaye nereye doğru gidiyor? Neler olacak sizce? Kitap nasıl devam edecek ya da etmeli? Lütfen bunları yorumda belirtin.. düşüncelerinizi merak ediyorum 😂neysee sizi bölümle baş başa bırakmadan önce bir diyeceğim daha var; iyi ki varsın Eren..
Bütün şehitlerimiz ölümsüzdür!

İyi okumalar..

Bir başka sabaha yine aynı şekilde gözlerini açtı Zeynep. Aynı şekilde bıkmış, usanmış olarak. Lanetli miydi acaba? Olanlar garipti çünkü. Bir kendi yaşadıklarına bakıyordu, başına gelenlere de bakıyordu elbet. Bir de arkadaşlarının ve yaşıtlarının yaşadıklarına bakıyordu. Hepsi normal ve huzurlu bir hayat sürerken, kendisi tabiri caizse bu boktan hayata mahkum edilmiş vaziyetteydi.
Kendi dışında sadece bir kişi tanıyordu, ona benzeyen, bir bakıma onun gibi olan. Hayattan bir türlü umduğunu alamayan, hayattan soyutlanmış olan. Sadece bir kişi. Yavaş yavaş idrak etmeye başlamıştı sanki Zeynep, belki birbirlerine iyi gelebilirlerdi! Yaraları aynıydı. İki sevilmeyen evlat! Birbirlerinin yaralarını acıtmadan sarabilirlerdi. Çünkü o acıyı çok iyi biliyorlardı. Ya da hayır! Tam aksine, acıtarak, tuz basarak daha da derinleştirebilirlerdi yaralarını. Çünkü biliyordu ikisi de, en çok neyin acıttığını.

Ama artık bunlara kafa yormak mantıksızdı, o tanıdığı tek kişi çoktan duman olup gitmişti.

Zeynep çokça ince olan yorganı kenara iterek ayaklandı. Eşofman takımını üstüne geçirdiğinde aynaya pek bakmadan odasından çıktı. Evden de çıkacakken bir ses sayesinde duraksadı,  "Zeyneep!" diyordu ses. Annesiydi bu, ve onu hazırladığı kahvaltıya çağırıyordu. "Kahvaltı etmeyecek misin?"

"Hayır," demekle yetindi Zeynep. Kapıyı çekip kapattığında koşarak evi geri de bıraktı. Ne kadar çabuk uzaklaşsa o kadar iyiyidi.

Yaz tatili gireli bayağı oluyordu. Kerem gideli ise bir o kadar daha. Bileğinin hakkıyla kazandığı sınavlarla üniversiteye gitmeye hak kazanmıştı Zeynep. Sadece o da değil. Melis, Yağmur, Barış ve Can da duyduğuna göre kazanmışlardı.

Sayer Holding ve Yılmaz Holdingin kenetlenerek ortaya çıkardığı iş onların yeni okulları olacaktı; Sayerler ve Yılmazlar ortaklığında ortaya çıkan Sayer & Yılmaz Üniversitesi olarak çoktan reklamı çok güzel bir şekilde yapılarak ülke geneline tanıtılmıştı. Her mecrada tanıtımları bulunuyordu ve yüksek sayılacak öğrenci başvurusu yapılmıştı.
Ama bunları düşünmek yapmak isteyeceği son şeydi şu an. Kendi ailesini zaten düşünmek istemiyordu. Sayerler'i de.. Onlar, Kerem'i bir hiçmiş gibi yollamışlardı Amerika'ya. Hemde ikinci defa.. Normalde insanlar hatalarıyla öğrenir ve güçlenirdi ve o hatayı tekrar etmemek için elinden geleni yaparlardı. Zeynep'e göre böyleydi. Ama Sayer ailesi bu hatayı ikinci kez yapmışlardı. Oğullarına, kendi oğullarına.. Kendi canlarından olan, öz oğullarına yaptıkları bu hatalar o zavallı Kerem'e de epey yansıyordu. Bir kere, kendini hiçbir şekilde ezdirmeyişi; kendini herkesten üstün görmesi ve niceleri. Bunlar muhakkak Kerem'in savunma mekanizmaları haline gelmişti.

Aşk mı bu?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin