Ertesi sabah kahvaltıda konuşulan tek konu elbette ki dün geceki eğlenceydi. Hele Kerime Hanım, kahvaltı masasına oturduklarından beri susmak nedir bilmemişti.
"Ah, Cemil'ciğim görmeliydin." Diyordu heyecanlı bir şekilde. "Can Bey ilk dansı güzel kızımız Ceren'le etti ve sonraki dansı da. Aslında üçüncü kere dans edişinde onu başka bir kızla gördüğümde açıkçası korkmuştum ama dördüncü dansı da Ceren'le yapınca-"
"Kerime!" dedi Cemil Bey, karısının sözünü keserek. "Allah aşkına bir rahat ver de kahvaltı edelim. Tüm bu anlattıklarını ben de gördüm. Unuttun mu? Ben de oradaydım hayatım."
Kerime Hanım, kocasına alınmış görünse de devam etti. Ama şimdi direkt olarak kocasına değil daha çok ortaya konuşuyordu.
"Doğrusu Can Bey'i çok beğendim. O kadar beyefendi birisi ki. Üstelik kız kardeşi de bir o kadar kibar ve zarif bir kız. Hele giydiği kıyafetlerle, takılarına bayıldım doğrusu. Bir ara el çantasının markasını sorduğumda bana ne dese beğenirsiniz. Prada'ymış!"
Son duydukları şey üzerine Kiraz ve Lal'den takdir ve imrenme dolu nidalar yükseldi. Elif'se gençler arasında yayılan bu marka takıntısının ne kadar manasız olduğunu düşündü bir an. O sırada Kerime Hanım yeniden eşine dönerek,
"Ya o Fırat Vural Dağhanlı mıdır nedir, neydi o adamın suratı öyle beş karış!" dedi feryatla.
"Bak o konuda haklısın işte hanım." Dedi Cemil Bey, kaşlarını çatıp kafasını sallayarak. "O genç adam bütün gece kimseyle tek laf etmedi, etrafta yüzünü asıp öylece dolaşıp durdu. Zaten arkadaşlar da delikanlı hakkında pek olumlu şeyler söylemediler bana. Hayret, Can Bey gibi hayat dolu ve neşeli bir gencin öyle biriyle arkadaşlık etmesi çok garibime gitti doğrusu."
"Evet, evet." Diye sözü devraldı Kerime Hanım ve Vural Bey'i acı ve ağır bir dille eleştirdikten sonra,
"Vallahi Vural Bey gibi bir adama, senede değil on trilyon, yüz trilyon kazansa dahi tek bir kızımı bile vermem." Dedi sitemle.
Kızlar tek tek ve aceleyle kahvaltı masasından ayrılıp, okullarına gitmek üzere evden çıkmaya hazırlanırlarken, anneleri hala eğlence hakkında konuşmaya devam ediyordu.
---------------------------------------------------------------------------------Elif, üniversiten içeri adımını henüz atmıştı ki, daldığı derin düşüncelerden omzuna konan bir el çekip çıkarıverdi onu.
"Ohoo! Elif Hanım, ne bu dalgınlık böyle? Deminden beri sana sesleniyorum, hiç cevap vermiyorsun."
"Sen miydin, Demir. Kusura bakma, bazı şeyler oldu da kafam onlara takıldı biraz, ondan."
"Ne o küçük hanım, ne iş?" diye sordu Demir, manalı bir şekilde. "Şimdi aşk meşk desem, senin o taraklarda bezin yoktur. O zaman ya mutlaka ailevi bir şey ya da bu günkü quize çalışamadın onu dert ettin kendine."
Demir, Elif'ten bir üst sınıftaydı ve mimarlık okuyordu. Üniversitede Elif'in en güvendiği ve Meriç'ten sonra en yakın olduğu kişiydi. Çoğu zaman Elif onu bir ağabey olarak görür, Demir de ona gerçek bir ağabey gibi davranırdı. Oysaki onunla ilk karşılaşmalarında nasıl da sevmemişti, nefret etmişti Demir'den.
Üniversiteye başladığı ilk gün Meriç'le tanıştıktan hemen sonra beraber bahçeye çıkmışlardı, adet olduğu üzere çimenlere oturup laflamak için. Derse yarım saat sonra gireceklerdi. Ama birbirlerini tanımak adına ardı ardına sorulan soruların sonu bir türlü gelmemiş, birkaç dakikalığına oturmak niyetiyle geldikleri halde uzunca bir süre geçirmişlerdi çimenlerin üzerinde. Ta ki Meriç, epeyce vakit harcamış ve derse geç kalmış olabilme ihtimallerini fark edene kadar. Bunun üzerine hemen apar topar koşmaya başlamışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kar ve Su (Tamamlandı)
RomanceElif, hayatta kızlarını evlendirmekten başka bir gayesi olmayan annesi ve hepsi birbirinden çılgın kız kardeşleri arasında sıkışıp kalmış normal bir üniversite öğrencisidir. Hayatındaki her şey son derece sıradan gitmektedir ta ki bir gün sosyetik v...