Ertesi sabah ev halkı oldukça erken bir saatte çalan telefonla uyanmıştı. Telefon Ceren'den geliyordu. Ama Ceren'in adına bu defa da Can Bey konuşuyordu. Telefonu yanıtlayan Cemil Bey'in yüzü Can Bey'den duyduklarıyla renkten renge girmişti. Telefonu kapatınca ev halkının meraklı bakışları arasında karısına döndü.
"Bayram yap hanım. Ceren'in durumu sabaha karşı kötüleşmiş. Derhal İstanbul'a götürmüşler ve bir hastanede midesi yıkanmış. Şimdi tekrar malikanedeymişler. Biraz ateşi varmış zehirlenmeden dolayı, titreyip duruyormuş ama Can Bey endişelenecek kadar kötü olmadığını söyledi. Yalnız bir iki gün daha bizde kalsa iyi olacak, ancak müsaade etmezseniz arabayla evinize kadar kendi ellerimle teslim ederim Ceren Hanım'ı dedi."
"Kalsın dedin değil mi, Cemil?" diye umutla sordu Kerime Hanım.
Cemil Bey derin bir şekilde içini çekti. "Öyle dedim Kerime, merak etme."
"Ben hemen hazırlanıp, Ceren'i görmeye gidiyorum." dedi Elif bir solukta.
Öylesine endişelenmişti ki o sırada kulakları ne annesinin itirazlarını ne de kardeşleri Kiraz ve Lal'in kendisiyle gelmek istediklerini söylemesini duyuyordu.
"Dur Hanım bağırma Allah Aşkına!" diye isyan etti Cemil Bey. Sonra Elif'e dönerek elini kızının omzuna koydu. "Elif kızım, endişeni anlıyorum ama haber vermeden gitmen münasebetsizlik olur."
"Ama baba orada hasta olan benim canım, ablam. Bir başına ne yapar? Hem hasta olan benim kardeşim sonuçta öyle değil mi, kimse niye geldin şimdi diyemez."
Elif gözlerinde büyük bir kararlılıkla babasının yüzüne baktı. Ne olur baba izin ver de gideyim diyordu içinden. Ne olur...
"Peki, öyleyse git." dedi Cemil Bey kafasını sallayarak. "En azından ne biçim ailesi var, başımıza bıraktılar da arayıp sormadılar diyemezler."
"Cemil'ciğim yapma!" diye itiraz etti Kerime Hanım. "Hem senin okulun yok mu küçük hanım? Okula senin yerine ben mi gideceğim?"
"E şimdi okula gitsem bütün gün aklım Ceren'de olacak, zaten derslerden bir şey anlayamayacağım. O yüzden gitsem de gitmesem de sonuç değişmez annecim." dedi Elif tatlılıkla. Sonra babasına döndü. "Çok teşekkürler baba, Ceren şimdi beni görünce nasıl sevinecek kim bilir."
"Yalnız daha saat çok erken." dedi Cemil Bey kolundaki saate bakarak. "En azından bizimle birlikte kahvaltını et, öyle gidersin."
"Evet, baban doğru söylüyor Elif." dedi Kerime Hanım. "Hem zaten beklemek zorundasın, oraya en yakın vasıta on birden önce gelmiyor biliyorsun."
"Hay Allah!" dedi Elif hayal kırıklığıyla. "Ben onu tamamen unutmuşum. Babacım beni sen bıraksan olmaz mı?"
"Ah be kızım, bugün benim İstanbul'da çok önemli bir işim var onu halletmem lazım. Seni götüreceğim taraf bana çok ters kalıyor, eğer seni bırakmaya kalkarsam geç kalırım." dedi Cemil Bey oldukça üzgün bir ifadeyle.
"Olsun babacım önemli değil." dedi Elif neşeli bir şekilde gülümseyerek. "Zaten ne zamandır şöyle adamakıllı yürümemiştim, bu benim için iyi olacak."
"Nasıl?" diye sordu Kerime Hanım inanamayan bir şekilde. "Az önce oraya kadar yürüyeceğini söylemedin değil mi?"
"Aynen öyle annecim. Uzun zamandır yürümeye fırsat bulamamıştım. Zaten artık sonbahar da geldi, yakında yağmurlar başlar. İyisi mi ben şöyle bir doyuncaya kadar yürüyeyim."
"Allah'ım sen benim sinirlerime mukayyet ol. Kızım dört kilometrelik yolu nasıl yürüyeceksin?!" diye bağırdı Kerime Hanım. "Cemil, kızına bir şey söyle lütfen! Bu gidişle iyice sinir hastası olacağım!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kar ve Su (Tamamlandı)
Roman d'amourElif, hayatta kızlarını evlendirmekten başka bir gayesi olmayan annesi ve hepsi birbirinden çılgın kız kardeşleri arasında sıkışıp kalmış normal bir üniversite öğrencisidir. Hayatındaki her şey son derece sıradan gitmektedir ta ki bir gün sosyetik v...