"İyi misin?" Olumlu bir şekilde başımı salladım.
"Eğer bir şeye ihtiyacın olursa ya da konuşmak istersen, saat kaç olursa olsun bana seslenebilirsin. Hemen gelirim."
"Teşekkürler, bıraktığın için." Hafifçe gülümsedi "Görüşürüz." Hiçbir şey demeden eve doğru yürümeye başladım. Kimsenin görmemesi için arka sokaklardan birine ışınlanmıştık ama eve uzak değildi. Evin bahçesine girdiğimde derin bir nefes aldım. Neler olduğunu çaktırmamam gerekiyordu. Eğer teyzem neyim olup olmadığına dair en ufak bir sorarsa her şeyi anlatmaktan korkuyordum. Çantamdan anahtarımı çıkarıp içeri girdiğim anda Rob ve Max'in kahkahaları kulaklarıma doldu. Max Rob'la her zaman ilgilenmiştir. Her zaman bir kardeş istediğini söylerdi ve ben bu özlemini Rob'la giderdiğini düşünüyordum. Önce salona geçip kitap okuyan teyzeme baktım.
"Merhaba." deyince başını kitaptan kaldırıp bana baktı "Hoşgeldin. Yukarıdalar." Başımı sallayarak merdivenlere yöneldim. Teyzemle ne kadar soğuk görünsek de aslında öyle değildik. Sadece bu aralar aramızda anlamadığım bir uzaklık vardı. Kahvaltıda annemden bahsettiğimden beri... Rob'un odasına yaklaştıkça sesleri artıyordu. Rob'un ince sesi "Kıçına tekmeyi bastım işte!" derken Max'in ağzından bir küfür kaçtı. Kapı zaten aralık olduğu için çalmama gerek kalmadan hafifçe ittirip içeri girdim "Rob, teyzem böyle konuştuğunu duymasın."
"Söylemezsen duymaz." Bakışlarını bilgisayardan ayırmamıştı. Max beni görünce elindeki joystick'i bıraktı ve "Benden bu kadar dostum. Bell'le konuşmam gerek." dedi.
"Tamam. Ben tek devam ederim." Odadan çıkarken "Hiç vazgeçmeyecek." dediğimde Max kapıyı arkasından kapattı.
"Aşağıda konuşalım mı?" dediğimde başını sallamakla yetindi. Sessiz bir şekilde aşağı inip arka bahçedeki salıncaklara oturduk. Topuklarımla kendimi bir ileri bir geri iterken ona baktım "Ne konuşmak istiyorsun?"
"Sadece.. Pekala, direk konuya gireceğim. Bugün için özür dilerim. Kendimi yanlış ifade ettim sanırım."
Omuz silktim "Önemli değil. Aslına bakarsan yanlış bir şey söylemedin. Sadece.. bugünlerde bazı şeyler oluyor ve tepkilerimi kontrol edemiyorum."
Kaşlarını çattı "Ne gibi şeyler?"
Yüzümü buruşturdum "Tarif edemeyeceğim şeyler."
"Pekala." dediğinde yüz ifadesinden bir şeyler düşündüğünü anlamıştım. O an aklıma gelen şeyle odaklanmaya çalıştım. En yakın arkadaşımın aklını okuyamayacaksam bu gücün ne anlamı vardı ki? Ne düşündüğünü öğrenince gülerek "Evet, kızsal şeyler." dedim. Gözlerini açarak "Düşünce okuma gücün falan mı var?" dedi. Sorunun cevabının olumlu olduğunu bilsem bile bunu söyleyemeyeceğim için "Yüz ifadeni okudum." dedim. Güldü. Sonra salıncaktan kalkıp arkama geçti. Başımı çevirip "Ne yapıyorsun?" dememe kalmadan salıncağı tüm gücüyle itmesiyle uçuyormuş gibi hissetmem bir oldu. Yükselirken ağzımdan çıkan tek şey tiz bir sesle "Max!" oldu.
***********
Chris'in Ağzından
Annabell'i bıraktığım yerden ışınlanıp binanın içine girdim. Hızlı adımlarla yukarı çıkarken söylediği sözler kafamın içinde yankılanıyordu "O benim annem." Boss'ın olduğu odaya girdiğimde Laurel ve Jane'i bazı kağıtlara bakarken buldum. İçeri girince ikisi de başını kaldırıp bana baktılar. Laurel yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirip "Çalışmanız bitti mi?" dedi. Hiçbir şey demeden kendimi koltuğa attım. Aklım hala aynı cümledeydi. Baş parmağım ve işaret parmağımla başımı ovmaya başladım.
"Nerede şimdi? Neden o da yanında gelmedi?" İğneleme dolu sesini duymazdan gelerek cevap verdim "Eve gitti."
"Anlamadım?"
"Neresini anlamadın Laurel? Evine gitti."
"Ne demek evine gitti?" Başımı kaldırıp ona baktığımda o da çatık kaşlarla bana bakıyordu "Burada kalması gerek, kendi evinde değil."
"Annabell kendi evinde kalacak." Sesimin tartışma kabul etmez bir sertlikte çıkması onun konuşmaya devam etmesine engel olmamıştı "Peki ya diğerleri duyunca ne diyecekler hiç düşündün mü? Bizim de ailemiz vardı Chris. Terk etmek zorunda olduğumuz aileler."
"Evet, farklı olduğumuzu anladıklarında hepimizi kapının önüne koyan aileler!" Odada bir sessizlik oldu. Bunu hatırlatmak zorunda mıydım bilmiyorum. Sadece o anda ağzımda çıkmıştı. Baya yüksek bir sesle.
"Ona karşı bir şeyler hissediyorsun, öyle değil mi?"
"Ne saçmalıyorsun sen?"
"İmkansız değil. Aylardır zihninde dolaşıyorsun."
"Kapa çeneni." 1 dakika sonra çarpan kapının sesi doldu odaya. Kapıya bakmaya devam ederken Jane'in bakışlarını üzerimde hissediyordum. Biraz sonra Jane'in "Chris.." diyen sesini duymamazlıktan gelerek "Boss." dedim "Larissa'nın fotoğrafını yansıtabilir misin?" Karşımda olan boş duvara Larissa'nın resmi gelirken Jane'e döndüm "Larissa'nın bir kızı olduğunu biliyor muydun?"
Jane "Ne?" derken ben "Bu fotoğrafın yanına Annabell'in fotoğrafını getirir misin?" dedim. Boss dediğimi yaptığında Jane'in ağzından şaşırdığını belli eden bir ses çıktı. İkisi de aynı gözlere sahiptiler.
"Buna inanamıyorum." Cevap vermeden bakmaya devam ettim. İkisi de aynı gözlere sahipti. Larissa güzeldi evet, ama Annabell daha güzeldi.
"Bu nasıl mümkün olabilir?"
"Bundan kimseye bahsetme. Özellikle Laurel'a."
"Kafayı mı yedin sen? Böyle bir şeyi ona söyleyecek kadar delirmedim Chris. En azından şimdilik." Güldüm. Deli damgası yemeye bayılıyordu. Kapıya doğru giderek "Ben odamda olacağım. Sanırım dinlenmeye ihtiyacım var." dedim. Jane güldü "Sanırım mı? Ölmüş gibi görünüyorsun." Güldüm ve odadan çıktım.
Annabell'in Ağzından
12 yıl önce sizi bırakıp giden annenizle ilgili bir şeyler öğrenseniz ne yapardınız? Özellikle o 'şeyler' arasında annenizin de tıpkı sizin gibi özel güçlere sahip olma konusu da varsa. Tabii şu anda hayatta olmadığını, onu bir daha görme ümidimin kalmamasını da göz önünde bulundurmak gerek. Bütün bunları öğrendiğinizde tepkiniz ne olurdu? Beklenenin aksine ben, sakin kalmayı başarabilmiştim. Yaptığım tek şey Max gittikten sonra yatağıma uzanıp gözlerimi tavana dikmekti. Ne kadar sürdüğünü bilmiyorum ama sonunda uyku bedenimi ele geçirmişti. Sadece bedenimi. Zihnimi değil...
"Annabell." Yankılanan sesle gözlerimi açtığımda yerde yatıyordum. Dirseklerimin üstünde doğrulup etrafa baktım. Beklediğim gibi odamda değildim. Burası daha çok koridor gibi bir yere benziyordu.
"Annabell." Adımın tekrar söylenmesiyle ayağa kalktım ve dar koridorda yürümeye başladım. Çok geçmeden karşımdaydı. Siyah, düz saçları kısa kesilmişti. Gözlerimizin rengi aynıydı.
"Anne?" Sesimin titrek çıkmasına engel olamamıştım. Hafifçe gülümsedi "Merhaba tatlım." Sonra yüzündeki o küçük gülümseme bir anda silindi ve yerini ciddi bir yüz ifadesine bıraktı "Bak tatlım, çok fazla kalamayacağım. O yüzden kısa kesiyorum. Beni bulman gerek."
Kaşlarımı hafifçe çattım "Neden bahsediyorsun? Sen öldün ve bu sadece bir rüya."
"Hayır tatlım, yaşıyorum ve bu bir rüya değil. Neredeyim bilmiyorum ama beni bir an önce buradan çıkarmalısınız. Güvenli değil."
"Nası-"
"Chris'e git. O anlayacaktır." Görüntüsü silikleşmeye başladığında "Anne?" dedim. Sonra duyduğum tek şey "Seni seviyorum bebeğim. Bunu sakın unutma." oldu.
Merhaba:) Fazla uzatmayı düşünmüyorum. Sizden tek istediğim düşüncelerinizi belirtmeniz. Sizi seviyorum, iyi okumalar :)

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Magical Secrets
Übernatürliches12 yıl önce annesi tarafından teyzesine bırakılan Annabell sakin bir şekilde hayatına devam etmektedir. Ta ki kafasının içinde konuşmaya başlayan kişiyi duyana kadar. Git gide delirmeye başladığını düşündüğü anda aslında hiç de sandığı gibi biri olm...