Sigarasını yavaşça kültablasına bastırdıktan sonra bıyıklarını sıvazladı,ağır ağır doğruldu.O kadar sakindi ki saniyeler sonra bu adamın şiddetli bir fırtına koparacağını kimse tahmin edemezdi.Ben de edememiştim.Usulca yürüdü.Beş adım sonra karşı duvarın dibinde tesbihini sallayan Devran'ın;sakallı,bağrı açık delikanlının yanına vardı.
İşte o andan sonra yaşananlar anormal bir hızla gelişti.Kimse ne olduğunu anlamamıştı bile.Devran,burnu kanlar içinde,yerde kıvranarak bağırıyordu.Dayı,sanki bu işi yapan kendisi değilmiş gibi,yine olağandışı sakinlikle eğildi ve sakallının kulağına bir şeyler fısıldadı. Hiçbirimiz duyamadık.Ama her ne dediyse,yerde feryat figan uluyan genç birdenbire sustu.Dili bıçakla kesilmiş gibi ya da boğazı...
Özellikle kafamı uzatıp baktım Devran'ın boğazı kesilmiş mi,diye.Ufak bir kan gölcüğü vardı yerde ama ölen falan yoktu.Akan kan da az önce dağılan burnundan geliyordu.Dayı ,yeni bir sigara yaktı, sonra da Bekir'e seslendi:
"Bi çay ver bakalım hele.Demlisinden..."
Bekir çayı hazırlayıp getirirken Arnavut Sadık da Dayı'nın yanına yaklaştı sessizce.
"Hayırdır Dayı niye benzettin çocuğu?"
"Sen buna çocuk mu diyon Arnavut?Eşşek kadar herif!Şimdilik sebebi bende kalsın.Ama hak etti pezevenk"
Bana doğru bakarak
"Sence de hak etmedi mi Yavuz"
Bana o soruyu sorduğu esnada her ne olursa olsun gözlerimin önünde suçlu olsun veya suçsuz olsun bir insan dayak yiyorsa bu duruma sevinmedim.Aksine üzüldüm.Üzüldüğümü belli etmeden
"Bilmiyorum dedim"
Bu cevaptan sonra Arnavut Sadık yanıma gelip kolumu sert bir şekilde kavradıktan sonra
"Ne artistlik yapıyorsun lan Haklısın de geç işte"
Ondan sonra cevap vermeden başımı öne eğdim.Esaret hayatımda olsun normal hayatımda olsun kavgayı sevmeyen biriydim.Sırf koğuş ağası Ali Osman'a yalakalık olsun diye de onu söyleyemezdim.Buradakiler kişilik yönünden tamamıyla ona bağlıydılar.Ben ise bu koğuşta çıkan her kavgada yaşadıklarım gözlerimin önüne geliyordu. Kural belliydi aslında: Kendi bildiğini okuyacaksan kendinden aşağıdakilere okuyacaksın! Hele burada, bu karanlıkla, suçla, kanla dolu yerde burnunun dikine gidenlerin sonu...
O sırada gıcırtıya benzer bir ses geldi kulaklarımıza. Kafalar hafiften o yana çevrildi. Dayı'nın az evvel burnunu dağıttığı eleman... İnliyordu.
"Gidin götürün şunu, ağzını burnunu temizleyip düzeltsinler." diye çıkıştı Dayı. Hemen oradaki üç mahkûm seferber olup Devran'ı kolundan tuttular, yaka paça revire götürdüler.
Onlar gittikten sonra Dayı, Arnavut'a döndü:
"Bırak çocuğun kolunu Arnavut, haklısın demek zorunda mı herkes?"
Arnavut bir gıdım uzaklaştı yanımdan. Tam o sırada kapının dışından, Devran'dan bir inilti daha yükseldi. Bu kez kimse dönüp bakmadı bile. Gözler Dayı'daydı. Beni birazdan güzel bir benzetecekti. Kesinlikle şüphem kalmamıştı. Benim için Arnavut'a posta koyması falan... Bu iyilik hayra alamet değildi. Korkuyordum. Herkesin gözünün önünde benden taş çatlasın iki yaş büyük Devran'ın suratını dağıtmıştı. Hele üç hafta önceki olayı nasıl olup da yok saymıştım. Sadık'ın karısına musallat olan o herifin ölüm haberini aldıktan sonra Dayı'nın gözlerinde gördüğüm parıltıyı nasıl unutup, bu gün böyle bir densizlik etmiştim. Arnavut haklıydı. "He deyip geç işte, bok mu var da karşı geliyorsun! Huyuma sıçayım!"
Dayı sigarasını hasretlik çeker gibi içine çekti. Nefesini vermesiyle koğuş saniyesinde dumana boğuldu. Sonra seslendi.
"Bekir Kara'ya bir tavşan kanı çay getir hele, benimkini de tazele!"
"Ulan," dedim kendi kendime, "Bu adam bana neden idam mahkûmu muamelesi yapıyor? Sırf hak vermedi diye insan öldürülür mü?"
Çaylar geldi. Dayının bakışlar bende benimkiler yerde.
"Otur!" dedi sertçe. Oturdum hemen dibine.
"İç bakalım çayını! Al sigara da yak bir tane."
Önce benim sigarayı yaktı, sonra kendininkini. Elimin de dudaklarımın da titrediğini fark etmişti.
"Sen korkuyon mu lan yoksa?"
"Biraz," dedim. "Daha önce de söyledim, ben ölümden korkarım."
Hafiften gülümsemişti sanki Dayı. Çayından bir yudum aldı höpürdeterek. Bir fırt da sigarasından.
"Öğretecez dedik ya evlat, ölüm işi kolay! Zor olan yaşamak..."