🍁 Bölüm 24 🍁

772 46 99
                                    

Heyyo! Ben geldim ve çok mutlu bir şekilde geldim.
Ve genç kız edebiyatında #49 u görüyorum. Bu da ayrı bir mutluluk sebebim.

Neyse uzatmadan... Bu bölüm fazlasıyla Buğra üzerinde durulmuş bir bölüm o nedenle de biraz kısa oldu. 😍💜

----------------------

İnsanların hayatlarında bazı dönüm noktaları vardır ve bu kritik noktalar kaderlerini belirler. Hayatını nasıl şekle sokacağını, artık nasıl bir yol çizeceğini..

Buse, İstanbul'dan kalkan Kore uçağına binmişti ve yaklaşık 10 dakika sonra inişe geçeceklerini bildiren  anonsa rağmen hala dışarıdan bulutların üstünde nasıl huzurlu olduğu hakkında düşünüyordu.

"Bir gün ben de bulut olacağım." diye mırıldandı bulutlara gülümseyerek bakarken. Uçağa bindiğinden beri sadece dışarıya bakmıştı, yanında kimin olduğu yada hostes servisleri gram umurunda değildi.

Telefonu sesli de olmasına rağmen arada bir kilit ekranını açarak kontrol ediyordu. Buğra'nın mesaj atma ihtimalinin çok düşük olduğunu biliyordu "Ama ya belki?" diye düşünmeden de kendini alamıyordu.

'Bazı anlar vardı ki; bütün her şeyi bir kenara fırlatırken bile dikkatlice fırlatırdın.'

İlk okuduğunuzda anlamsız bir cümle gibi geliyordu ama ya kendi acınızla bir bütün olurken okursanız? Anlamlı değil mi?

"The plane is landing. Please be careful!" (Uçak inişe geçiyor lütfen dikkatli olun.)

Bu uyarıya rağmen Buse hala bulutlara bakarak gülümsüyordu. Uçak düşse bile umurunda değilmiş gibiydi. Bütün kıymetlilerini arkasında bırakmıştı ve şu an Kore'ye gidiyordu. Kimin umurunda olurdu ki? 

Biraz daha alçaldığında bulutlar gözden kaybolduğu için homurdandı Buse ve önüne döndü. uçak indiğinde ise üzerindeki emniyet kemerlerini çözüp yerinden kalkarak yukarıya koyduğu çantasını aldı. 

Başlayacağı okulundan bir görevli gönderilmişti Buse'yi almak için. Buse uçaktan inip gişeden dışarıya çıktığında etrafını süzüyordu. Kendi isminin olduğu bir pankart görünce yavaşça o tarafa ilerledi.

"Annyeong, jeoneun Buseibnida." (Merhaba, ben Buse.) diyerek yavaşça saygıdan eğildi. Bu Kore'de saygı gösterme biçimiydi, buraya gelmeden önce Helin'le biraz araştırma yapmışlardı.

Genç adam biraz şaşırarak konuşmaya başladı. "Hangug eoleul hal su issnayo?" (Korece biliyor musun?)

Buse'nin kaşları havalandı çünkü adamın ne dediğini çözmeye çalışıyordu. Bu kadardı zaten Korecesi de, kendinin tanıtacak kadar denebilirdi. Bu yüzden direk İngilizceye başvurdu.

"i dont understand " (Seni anlamıyorum.) Adamın şaşırmış bakışları normale dönünce Buse rahat bir nefes vermişti. "Demek ki İngilizce biliyor, anlaşmak kolay olur." diye düşünüyordu.

(Burdan gerisi İngilizce konuşuluyor.Çevirmeye üşendim.)

"Arabamız şu tarafta. Sizi yurdunuza bırakacağım." dedi adam ve Buse sadece kafasıyla onayladı.

Buğra ise hala başını masaya koymuş, kalbinin acısını yüzünü buruşturarak gösteriyordu. Dudaklarını birbirine bastırmıştı çünkü ağzını açtığı an bağıracağını düşünüyordu.

"Özür dilerim.." dedi tekrardan ve masadaki küpeleri sağ eline aldı. Sol eliyle de mektubu katlayarak cebine attı.

Şimdiden özlemişti Buse'yi.. En son dün sabah görmüştü. Eğer 6 ay boyunca göremeyeceğini bilseydi bırakır mıydı?

VAZGEÇME (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin