Evet geç oldu üzgünüm. İyi okumalar dilerim :):)
Acı bir bağırış bu anı yarıda bıraktı. Hemen sesin geldiği yöne doğruldum. Ruh kız havada sağa sola hafifçe savruluyor her savruluşunda kızdan kan fışkırıyordu. Bunu yapanın kim olduğu belliydi. Yonca'nın yanına gittim ve elimi omzuna koydum. Kızı bıraktı ve bana döndü. Meraklı bir bakış attı.
"Yonca insanları öldürme konusunda anlaşmıştık"
"Ben Yonca değilim"
Şaşkınlıkla gözlerimi açtım.
"Sen Yoncasın işte" dedim kendisini göstererek.
"Hayır ben sadece onun bedenini kullanıyorum. Siz bir ayin yaptınız ve bu ayin bize ulaştı yani büyü konseyine. Büyü konseyi sadece safkan bir büyücü ayin düzenlediğinde oraya gelebilir.
"Nasıl? Sizi kimse görmedi"
"Doğru büyü konseyi ruhlardan oluşur. Onları göremezsiniz sadece şu lanetli olanları görürsünüz."
"Peki bu gücü neden bana verdiniz?"
"Buna en uygun kişi sensin. Bu büyük bir güç artık Ardendeki en güçlü yaratıksın. Bu gücü artık senden geri alamayız bu yüzden gücünü iyi kullan. Sana güveniyoruz"
"Yonca ne zaman geri gelicek?"
Gözlerini şaşkınlıkla açtı.
"Ah o mu? Birazdan gönderirim" Gözleri gidip geldi. Tam yere düşücekken onu tuttum. Bayılmıştı sanırım. Ben onunla oyalanırken arkamdaki tehlikeyi fark edememiştim. Çizgi bana bağlanınca hareket edemedim.
"Vay vay vay Ufuk neler duyuyorum böyle?" dedi arkadaki tanıdık ses. Lanet olsun yine mi bu adam?. Yoncayı kurtardı fakat benim enerjimi emiyordu. Gözlerimin görebildiği alan boyunca Mert ve çocuğu aradım. Görünürde kimsecikler yoktu. Şerefsiz hayat enerjimi emiyordu. Giderek zayıfladığımı hissediyordum. Çok canım acıyordu heryerim ağrıyordu. Ama bu fazla uzun sürmedi. Arkada küçük çaplı bir savaş başladı. Onlara yardım etmek zorundaydım.
"Bu kadar yeter pislik" dedim ve elimde kılıcım belirdi. Nasıl hareket ettiğimi bilmiyorum ama arkamı bir anda dönüp bağu kestim. Adamdan acı dolu bir ses duyuldu. Sinirenmiştim ama Mert ve çocuğu yerde görünce daha fazla sinirlendim. Adamın yanında kırmızı harflerle Nick yazıyo bilgileri yazıyordu.
"Geber"diye bağırdım ona doğru koşarak. Sonra aklıma geldi Yonca öfkesini kontrol altına alamıyordu. Bu yüzden ben kendimkini kontrol etmeliydim. Ona doğru koştum ona vuracağımı zannetmişti ama sadece yanından geçtim arkasından kılıcım kabzasıyla sertçe ensesine vurdum. Anında düştü bayıldı. Hemen çocuk ve Mertin yanına koştum. Onları iyleştirmem gerekiyordu. Çocuğun yarası daha ağır olduğu için ilk başta onu iyleştirdim. Sonra da Mert kalktı ayağa. Ormanın içinden sesler geldiğini duydum. Artık duyma gücüm eskisinin iki katıydı. Dinledim ne olduğunu kestirmeye çalışıyordum. Bunlar cadılardı ve koşuyorlardı. Sanırım buraya geliyorlardı. Mert ve çocuğa döndüm.
"Cadılar buraya geliyor kaçmalıyız şimdilik daha Arda ve Yavuz'u bulucaz"
İkside kafalarını olumlu anlamda salladı. Yonca'nın yanına gittim. Başına geldiğimde bir ses kafamıb içinde yankılandı. Bunu daha önce duymamıştım.
"Önce enerjinin bir kısmını geri al"
"Ama nasıl?"
"Onun yanına git ve elini üstüne koyup yavaşça kapat. Tabi bunu yaparken enerjinin geri geldiğini hisset"
Adamın yanına ilerledim. Aynen onun dediği gibi yapıp elimi üstüne koydum ve yavaşça kapattım. Elime doğru bir ışık bağı adamın içinden çıkıp elime geldi. Fazla alıp onu öldürmek istemiyordum. Cadılar hızla yaklaştığı için biraz alıp hemen kalktım. Hala kendimi yorgun hissediyordum. Yoncayı kaldırdım ve öbürlerine döndüm.
"Grup halinde olmaz dağılıp kampta buluşalım"
"Tamam"
"Tamam"
Böylece dağıldık. Ormanın içlerine doğru etrfta ateşböcekleri artmaya başladı. Renkli ışıklar etrafta bir renk cümbüşü oluşturuyordu. Etraf o kadar ışıklıydı ki artık önümü görebiliyordum. Çok yorulmuştum ve dinlemem gerekiyordu. Artık cadıların sesini duymuyordum. Bir ağacın yanına oturdum ve sırtımı ağaca verdim. Yonca tam yanımdaydı. Onu kendime yasladım. Kafası direk benim omzuma kaydı. Elimi kaldırdım ve onun arkasından geçirip omzuna koydum. Bende başımı onunkinin üstüne koydum. Gözlerim yorgunlukla kapandı.
"Ufuk"
İşte bu ses gözlerimi hemen geri açtım.
"Sen misin?"
Kafamı kaldırıp ona baktım. Gözlerini yukarı bakma için zorluyordu.
"Evet benim"
Başını omzumdan kaldırıp bana baktı.
"Yaşıyorsun"
"Evet ama neredeyse sen ölüyordun neden böyle bişey yaptın?"
Kafasını eydi. Yüzü kızarmıştı.
"Çünkü senin ölmeni istemedim"
Gözümün içine bakamıyordu. Gülümsedim. Başını omzuma eydim. Yüzü domates gibi olmuştu.
"Seni taşımak çok yorucuydu. Biraz dinlemicem. Sende burada kal sonra kaybolursun mazallah"
Bişey demedi ama çok utanmıştı galiba. Başımı onunkinin üzerine koydum ve eski pozisyona geri döndük. Gözlerimi yorgunlukla kapattım.
-Yonca-
En son Ufuğun dehşetle bakan yüzünü görmüştüm. Sonra gözlerim kapandı ve etraf karardı. Karanlığı bir süre seyrettim. Sonra karanlığın içimde altı tane ışık parladı. Üç kadın ve üç tane erkek vardı. Hepsinin saçı teni beyazdı ve ışık saçıyorlardı. Koyu mor gözleri ile bana bakıyorlardı.
"Merhaba" dedi bir kadın. Ona döndüm. Çok güzel bir kadındı. Kaşları yay gibiydi ve dolgun bir dudağı vardı. Zayıf bir kadındı.
"Merhaba" dedim neredeyse fısıldıyarak. Arkadan bir erkek sesi geldi.
"Sen son büyücüsün değil mi?"
"Eevet" dedim ona dönerek.
"Dünyayı düzenlememiz gerekiyor. Bunu için senin bedenini kullanmak istiyoruz"
Şaşkınlıktan ağzım açık kaldı.
"Neden?"
"Şu anda neler oluyor biliyor musun?" dedi ve bir ekran çıktı. Mert ve küçük çocuk oruh kızla dövüşüyordu. Aslında ruh kız onları dövüyordu. Kadına baktım.
"Onları kurtarmak için bedenini kullanmamıza izin ver"
"Lütfen onları kurtarın"
Yine karanlık olmuştu. Sonrasında da gözlerimi açtım. Bir el beni sarmıştı ve başımı biryere yaslamıştım. Kafamda ağırlık hissediyordum. Etrafa biraz bakınca onun Ufuk olduğunu anladım. Ben ve Ufuk ne ara böyle olduk. Emin olmak için ona seslendim.
"Ufuk"
Kalktı ve bana baktı. Yaşıyordu. Onu kurtarmıştım. Şimdi ise uyuyordu. Çok yorulmuştu sanırım. Bende bedenimin yorgun olduğunu hissediyordum. Gözlerimi yavaşça kapattım.
***
Güneş ışığı gözümü yakıyordu. Gözlerimi açınca birden kamaştı. Elimi gözüme siper ettim. Hala aynı pozisyondaydık. Onu dürttüm.
"Ufuk kalk ya"
Uykulu bir şekilde mırıldandı.
"Tamam" dedi kolunu kaldırarak. Kolunda dört tane işaret dikkatimi çekti.
"Bunlar ne?" diye sordum. Biri büyücülük işaretiydi ve lacivertti. Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü.
"Ufuk sen melez değil miydin?"
Kafasını kaldırdı.
"Cidden bişey hatırlamıyorsun"
"Neden ne oldu ki?"
"Senin bedenin kontrol ederken izlemiyor muydun?"
"Hayır"
"Yonca senin bedenini kontrol eden kişi bana bir güç verdi. Bu yüzden artık safkan oldum"
"Peki diğer semboller"
"Ben dört ırkı taşıyorum. Dört ırk içinde artık safkanım"
"Yani bu"
"Bu çok büyük bir güç. Ardendeki en büyük güç bende"
Gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı.
"Yavuz abi ve diğerleri nerede?"
"Kampta olmalılar oraya gitmeliyiz"
Ayağa kalktık ama karnım açlıktan ağrıyordu. Karnımı tuttum.
"Tamam anladım acıktın bende öyle nereden yemek bulucaz?"
"Mert nereden geliyordu?"
Ufuk bana döndü..Yüzünde zafer parlaması vardı.
"Buralarda bir kasaba var demişti"
"Var da nereden bulucaz onu?"
"Benim bir fikrim var"
Benden uzaklaştı. Ne olduğunu anlayamadan dönüşmeye başladı. Önce pençeleri çıktı sonra tüylerle kaplandı. Yine kurt adam olmuştu ama bu sefer biraz daha farklıydı. Pençeleri daha büyük tüyleri daha sıktı. Kulakları sürekli hareket ediyordu.
"Hadi bin sırtıma" dedi. Sesi kalın olmuştu. Sırtına bindim ve tüylerini tuttum. Bir anda hareket etti. Çok hızlı ilerliyorduk. Rüzgar o kadar çoktu ki nefes alamıyordum. Yüzümü Ufuğun tüylerine gömdüm. Nefes almak beni rahatlatmıştı. Biraz sonra durduk. Onun sırtından indim. İleride bir kasaba gözüküyordu. Ufuk eski haline döndü.
"Yonca önce yüzünü ört"
"Neden?"
"Bilmem fakında mısın? Ama yüzün hala kanla kaplı ve korkunç gözüküyorsun"
"Ah tamam"
Kapşonumu geçirdim ama bi işe yaramıyordu. Umutsuzca Ufuğa baktım.
"Bakma öyle" dedi ve pelerinini çıkarıp bana verdi. Pelerini yırtılmıştı ama iş görürdü. Kapşonu takınca yüzüm kapandı ama etrafı çok rahat görüyordum. Ufuk kolunun üstüne elini koydu ve birşeyler mırıldandı. Sonra çekti ve dört işaret kayboldu.
"Ufuk bir şey daha paramız yok"
"Doğru bunu unuttum ama sorun değil bana taş bulsana 5-6 tane"
"Tamam"
Etraftan altı tane taş topladım ve Ufuğa verip ne yapacağı merakla izlemeye başladım. Taşı eline aldı ve kuvvetlice sıkıp yine birşeyler mırıldandı. Taş altın para olmuştu. Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Diğerlerinide aynı şekilde yaptı.
"Bunu hep kullanma yoksa sahtekarlık olur. Herkes çalışarak kazanmış sen büyü yoluyla almış olursun"
"Anladım"
Birlikte kasabaya doğru yürüdük. Girdiğimizde insanlar bize bakmaya başladı. Aslında hoş bir kasabaydı. Hemen hemen her evin penceresinde çiçekler ve sarmaşıklar vardı. Yerler ve evler taştan yapılmıştı ve dükkanlar haricinde evlerin çoğu iki katlıydı. Böyle yerlere alışık değildim. Galiba Ardende teknoloji daha o kadar gelişmemişti. Bunlara dalmış giderken Ufuk beni geri çekti. Tam önümden hızla bir atlı araba geçti.
"Dikkatli ol"
Başımı salladım. Ufuğu izledim ve birlikte büyük bir hana geldik. İçerdekilerin hepsi adamdı ve biz girince tuhaf bir sessizlik oldu. Herkes Ufuğa bakıyordu. Ufuk ilerde bir masaya doğru ilerliyordu. Sessizce onu izledim. Ufuk masaya oturunca bende oturdum. Handaki gürültüler devam ediyordu. Karşımızda Arda ve Mert vardı.
"Diğerleri nerede?"
"Kampa baskın yedik Yavuz ve çocuk yakalandı biz kaçabildik"
"Kim saldırdı?"
"Cadılar"
Ufuk elini sertçe masaya vurdu.
"Lanet olsun. Kurtarabildiğiniz birşeyler var mı?"
"Evet bi kaç parça giysi bide Yonca'nın çantasını alabildik"
"Benim pelerin gitti yenisini almama gerek"
"Gideriz önce oturun birşeyler yiyin bide Yonca bi yüzü falan temizlesin o kapşonun altından biraz kan gözüküyo bu bile insanların korkmasına yeter"
Ufuk bana baktı.
"Ben banyo yaptıktan sonra yemek yerim" dedim. Masadan kalkınca Ufuk da benimle beraber kalktı ve beni durdurdu.
"Sana ve bana bi oda ayarlayalım"
"Tamam"
Ufuk hancı'nın yanına gitti ve iki oda aldı. Arda masadan kalktı ve yukarı çıktık. Arda tek kelime bile etmedi bana çamı verdi. Çantamı alıp odama geçtim. Hemen banyo yapmalıydım. Çantamdan elbise çıkardım ve banyoya girdim. Banyoda üstüme su döktükçe su kırmızı oluyordu.
Temizlik kadar güzel birşey yok diye düşündüm elbiselerimi giyerken. Sonra saçlarımı havluyla kurulayıp ördüm. Karnım çok acıkmıştı. Bir ceket giydim kolumdaki çizikleri kapatsın diye. Kapşonunuda takıp aşağı indim. Fazla dikkat çekmek istemiyordum. Ufukta yeni birşeyler giymişti ve banyo yapmıştı. Birlikte yemek yedik. Biz yemem yerken Mert Ufuğu bir köşeye çekti ve sessizce konuşmaya başladılar. Ne konuştuklarını bilmiyordum ama ciddi bişey olduğunu anlamıştım.
"Ne konuşuyolar acaba?" diye mırıldandığım anda Ufuk bana döndü. Hemen önüme döndüm ve onlarla ilgilenmiyormuş gibi yaptım. Ama meraktan çatlarım ya. Mert ve Ufuk biraz sonra geri geldiler. Ufuk sessizce yemeğini yedi. Bitince kalktı.
"Yonca ben çarşıya iniyorum Mertle malum pelerinim mahvoldu"
"Tamam inin" dedim demesine ama hiçde öyle olduğunu zannetmiyordum. Biraz sonra Arda ile birlikte çıktılar. Bir pelerin almya üç kişi mi gidiyordu? Onları takip etmeliydim. Dışarı çıktılar ve ilerlemeye başladılar. Tek kelime bile etmiyorlardı. Bir dükkana girdiler. İki saat kapıyı gözetledim en sonunda çıktılar. Üçüde koyu yeşil pelerin giymişlerdi. İlerlemeye başlamışlardı ama hanın olduğu tarafa değil ormana doğru gidiyorlardı. Onları takip ettim. Ormanda bir süre ilerledik. Onlar önde ben arkada gidiyorduk. Bir baktım etraf tanıdık gelmeye başladı. Evet tam önümüzde kamp vardı. Hemen saklandım çünkü etrafta birsürü cadı vardı. Tam ortada birşeyi izliyorlardı. Orada Yavuz abi vardı. Yüzü gözü kan içindeydi. Ve başlarında da Nick vardı.
"Neredeler?" diye bağırdı. Ben bile korktum. Yavuz abi sırıttı. Nick bir kılıç çıkardı ve Yavuz abinin boynuna tuttu.
"Ölme vakti"
Havada kanlar uçuştu.
![](https://img.wattpad.com/cover/120932736-288-k305409.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Büyücü(Tamirde :D)
FantasyÇok mutlu bir hayatım vardı. Hayatım bir anda karardı Önce annem ve babam öldü Sonra kasabaya taşındık Herşey o şatoyu görmemle başladı Ben dünyadaki son büyücüydüm