Savaş başlayalı iki ay geçmesine rağmen çok şiddetliydi. Üçüncü safların arkasına 4. saflarıda kurmuştuk. Erzağımız azalıyordu ve sihirbazların büyü gücü tükeniyordu. Onları yenilemek için bir safkana ihtiyazcımız vardı. O olaydan sonra safkan güçleri kazanmıştım ama tam anlamıyla bir safkan değildim. Kanım melezdi. Elimizdeki tek safkan Yoncaydı. Askerler ona Son Büyücü demeye başlamışlardı. Bir safkanın bilmediğimiz birçok gücü vardı. Bu da onları benim gibilerden ve melezlerden ayırdı. Ama onun durumu da pek iyi sayılmazdı. Nick ona yasaklı bir büyü yaptığından beri kontrolünü kesik kesik kaybedip geri kazanıyordu. Kontrolunü kaybettiği zaman onu zincirle bağlamak zorunda kalıyorduk. Gücümüz tükeniyordu.
Ne yapacağımı bilmeyen bir şekilde çadırdaki masama oturdum. Ellerimi saçlarıma götürdüm ve karıştırdım. Çok beceriksizdim galiba. Birden çadırın dışından sesler gelmeye başladı. Haritayı katlayıp çekmeceye koydum ve çadırdan dışarı çıktım. Askerler bir yere toplanmıştı. Beni görünce yol verdiler. Yonca tam ortalarında duruyordu ve gülümsüyordu.
"Size yardım etmek için bazı dostlarımı getirdim" dedi. Etrafa baktım ama kimseler yoktu. Yonca'nın yanından utangaç bir şekilde Alan çıktı.
"Merhaba" dedi utangaç bir şekilde el sallayarak. Ayakta olmasına sevinmiştim. Birden etrafta soğuk bir rüzgar esti. Herkes gökyüzüne bakıp bağırmaya başladı. Gökyüzünde beyaz tüylü yaratıklar uçuyordu. Top gibiydiler ve gözleri mavi ve büyüktü. Aslında çok şirin gözüküyorlardı. Üstlerinde beyaz saçlı tuhaf insanlar vardı. Üstünde oturan kızlardan bir tanesi Yonca'nın yanına indi. Herkes hala şaşkınlıkla bakıyordu. Kızın boyu Yoncadan biraz kısaydı. Eğilip selam verdi.
"Merhaba benim adım Elenor. İlya krallığı adına sizinle müttefik olmaya geldik."
MÜTTEFİK
Neden diğer krallıklardan yardım istemeyi düşünmemiştim ki. Ama daha bitmemişti galiba. Çünkü ilerden bir toz bulutu gözükmeye başladı. Ve havada küçük siyah şeyler vardı. Yaklaştıkça onların yarasa olduğunu fark ettik. Ve toz bulutu çıkaranlarda bir kurt adam sürüsüne aitti. En önlerinde ise Kağan vardı. Askerler onlara yol açtı. Kurt adamlar da insan şekline girdiler. Kağan Yonca'nın yanında durdu.
"Ahh çok susadım"
Yonca biraz tedirgin olsa da tekrardan gülümsedi. Dişlerinin arasından;
"Şimdi olmaz" dedi. Kağanda hafif bir sırıtma gördüm. Ne olduğunu hala anlamamıştım.
"Bunlar başıboş dolaşan canavarlar. Cadılar bölgeyi ele geçirdikten sonra onlara eziyet etmeye başladılar. Ben de onları toplayıp getirdim." dedi Kağan.
" İşte artık beraber savaşalım Ufuk" dedi Yonca hevesle. Bir anda müttefiğim olmasına çok şaşırsam da kendimi tutamadım ve Yoncaya sarıldım.
"Teşekkür ederim"
O gece son savaş için planımızı ve stratejimizi belirledik. Zorlu olacağını hepimiz biliyorduk. Ama önemli olan bir şeyimiz vardı. O da UMUT.
Bunu düşünürken elimi uzatıp gökyüzündeki bir yıldızı yakalıyormuş gibi sıktım.
****
-YONCA-
Şafak vakti borazanların çalınması ile ani bir hücum saldırısı başlattık. Nick'i ben halledecektim. Ondan bana yaptıklarının intikamını alacaktım. Bu dünya için o bir tehditti. Tabi ilk başta karşı çıktılar. Alan, Elenor, Kağan ve Ufuk ise cadıların komutanlarını halledicekti. Bizi büyük bir savaş bekliyordu.
İlk başta gökyüzünden saldırıya başladık. Savaş alanının iki tarafı dağlarla çevriliydi. Elenor oralara okçu birlikleri koymamızı önerdi. Mantıklıydı çünkü okçular oradan tüm savaş alanını görebilirdi ve uzaktan atılan büyülü oklara karşı cadıların herhangi bir kalkanı yoktu. Okçu birliklerini koruması için onlarla beraber bir birlik daha gönderdik. Gerisi savaş alanında yerlerini aldı. Karşı tarafa baktım ve Nick'i aradım. Neredeydi bu şerefsiz. Tek başıma cadıların yerine gidemezdim. Çok riskliydi. O çıkana kadar beklemeliydim.
Savaş başlayalı 1 saat kadar olduktan sonra tam da cadılar geri çekilmeye başlarken ansızın hava kararmaya başladı. Büyük bir gücün geldiği belliydi ve bu şüphesiz Nickdi. Hazırlandım. Bu sefer ona yenilmeyecektim. İleriden kara bir sis yaklaştı ve tüm savaş alanını kapladı. Hemen oraya doğru koştum. Savaşan askerlerin tam ortasında sisin içinde Nick'i gördüm. Beyaz saçları,buz gibi görünen beyaz teni ve gözlerinin altındaki siyah halkalar ile gerçek büyücü kimliğine bürünmüştü. Bende hemen büyücü kimliğime büründüm ve ona doğru yürümeye başladım. Bu iki büyücünün arasında ki bir savaştı. Sis dağıldı ve savaş alanı sanki bize bırakılmış gibi boşaltıldı. Herkes savaşını bizden uzakta devam ediyordu. İki safkanın arasındaki savaşta ne olacağını kimse bilemezdi. Özellikle büyücülerin kendini kaybetme ihtimaline karşı. Siyah pelerini rüzgarda parlak demir zırhının üzerinden dalgalanıyordu. Yüzü ise hiç değişmemişti. Yine aynı sırıtış... Ona nefret dolu bir bakış attım.
Hemen kılıcımı çıkardım ve kabzasını sıkı sıkı tuttum. Bu sefer sağ kurtulamayacaktı. Ama o kahkahalarla güldü. Bir an şaşkınlık geçirdim. Burada ciddi bir şey yapacaktım. Tüm ciddiyetim bir anda bozuldu. İşte o anda bana o kadar hızlı bir şekilde saldırdıki son anda bloklayabildim. Bir iki adım geri çekildim. Çok hızlı hareket ediyordu. Bir anda tüm öğrendiklerimi unuttum paniklemeye başlamıştım. Etrafımda hızlı bir şekilde daire çiziyordu. Etrafına toz toprak da karışınca bir anda sanki ortadan kayboldu. Elimdeki kılıcı daha sert tuttum ve etrafımı dinlemeye başladım. Ama bir anda karnıma yediğim sert yumrukla ağzımdan kan kustum. Zırhım olmasına rağmen yediğim yumruk zırhımı delmişti.
"Seninle savaşmak istemiyorum benimle gelmeyi kabul edersen duracağım" diye fısıldadı. Sırıttım ve elimdeki ateş topunu onun sırtına geçirdim. Hala yumruk yaptığı elini karnımdan çekip geri çekildi.
"Sen bilirsin. Seni öldürmeyeceğim ama acı çekeceksin" dedi.
Ağzımdan akan kanı elimin tersiyle silip hemen ayağa kalktım ve ona ateş topu gönderdim. Bir eliyle itti ve ateş yok oldu. Moralimi bozmaya niyetim yoktu. Ard arda gelen saldırılara karşı koyamazdı. Yerdeki toprağı kırdım bir adımıyla geri düzeltti. Yüzündeki sırıtış beni sinir ediyordu. Etrafında küçük bir kasırga yaptım içinden yavaşça çıktı. Nefes nefese kalmıştım ama pes edemezdim. Üzerine büyük bir su kütlesi gönderdim ve onu su topunun içine aldım. İki elini açtı ve dağıttı. En sonunda yukardan yıldırım çağırdım ve ona gönderdim. O da aynı şekilde yıldırım çağırdı. İkimizin çağırdığı yıldırımlar birleşti. Bunu daha öncede yaşamıştım. Ama o zamanlar ilk defa yıldırım çağırmıştım. Bu sefer ben kazanmalıydım. Tüm gücümle yıldırımı ittirdim ve büyük bir patlama oldu. Elektrik yüzünden saçlarım diken diken olmuştu ve ellerim acıyordu. Nick önümde dikildi. Etrafında elektrik parçaları cızırdıyordu.
"Pekiii, sıra bende" dedi.
Ellerini iki yana açtı ve toz parçalarına ayrıldı. Sonra kolumda bir acı hissettim. Ardı ardına kesikleri dizisi onu izledi. Yüzümde, dizimde, kollarımda... ufak kesikler oluştu. Çok sinirlenmiştim. Kara büyümü çıkarmaya hazırlanıyordum ki etrafımı saran büyü çemberlerini fark ettim. Kırmızı renkliydiler. Yukarıda yanda, kenarda...
"Lanet olsun" dedim sessizce.
Yüne aynı gülüşü suratına takındı.
"Eh artık duracak mısın?"
Dişlerimi sıktım.
"Neden bunu yapıyorsun?"
"Hiçbir şey bilmiyorsun. Geçmiş yüzyıldaki büyü tarihini hiç araştırdın mı?"
"Büyü tarihi mi?"
Bunun gereksiz olduğunu düşünmüştüm. Merakla ona baktım.
"Aptal!"
Yüzü bir anda karardı. Çok kötü bir ifadeyle bana baktı. Yaklaşıp diz çöktü ve eliyle çenemi kaldırdı.
"Sence neden büyücülerin hepsini tek bir tane kalana kadar öldürdüm?"
Gözleri kırmızı olmuştu ve parlıyordu. Birden korkuyla geri çekildim. Ne yani o kadar uğraştan sonra beni de diğerleri gibi öldürecek miydi? Hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladım.
"Büyücülerin neler yaptığını biliyor musun? " dedi bana bir adım daha yaklaşarak. Ayağa kalkmak istiyordum ama yapamıyordum. Kulağıma yaklaştı ve fısıldadı.
"Büyü baştan beri yanlış yayıldı."
Etraf birden karanlık oldu. Kılıç ve bağırış sesleri gelmiyordu. Etraf birden değişti. Sanki birer görüntü izliyordum. Karanlık bir odada kırmızı bir halının üstünde bir kadın vardı. Etrafında beş tane gölge karanlığın içinden gözüküyordu. Kadın ağlıyor ve yalvarıyordu. Sürekli bir suçunun olmadığını söylüyordu. Birden gölgelerden biri yüksek sesle bağırdı.
"Kes sesini! Tüm kanıtlar senin olduğunu gösteriyor." Sonra diğer gölgelere döndü.
"Ölüm cezasını öneriyorum."
Geriye kalan dört gölgeden üçü ellerini kaldırdı.
"Kabul edildi" dedi.
Ve sonra kadın birden öksürmeye başladı. Öksürdükçe etrafa kan sıçrıyordu. En sonunda öksürdüğü kan birikintisinin içine düştü. O ölmüştü. Şok olmuş bir şekilde gölgelere bakarken onu gördüm. Bu oydu, Nick... Ayağa kalktı ve kadına bir bakış attıktan sonra salonu terk etti. Etraftaki her şey parçalara ayrıldı ve parçalar farklı bir şekilde birleşti. Bu sefer mağaraya benzeri bir zindandı. Zindanın sonundaki odada bir ışık vardı ve bir cadının tiz çığlıkları etrafta yankılanıyordu. Zindanın buz gibi koridorundan adım adım ilerledim ve kapıdan içeriye korkakça bir bakış attım. Baktığım gibi kafamı çevirip bir köşeye kustum. Bir sürü cadının cesedi vardı. Hepsi işkenceden ölmüş olmalıydı. Ve işkence yapılırken büyü kullanılıyordu. Sanırım Nick'in ne demek istediğini anlamıştım. Büyü yanlış yayılmıştı.
Gözüme zindanların parmaklıklarına ilişti. Gördüğüm şey daha da şok ediciydi. İskeletler, bozulmuş cesetlerin üzerinde fareler geziniyordu. Ağzımı tuttum. Bu sefer kusmak istemiyordum. Daha fazlasına dayanamıyordum. Tüm gücümle bağırdım:
"Yeterrr!! Lanet olası çıkar beni burdan!"
Etraf bir kere daha toz parçalarına ayrıldı. Karşımda üzerime eğilmiş bulanık bir yüz gördüm. Sonrası ise karanlık. Uyandığımda karşımda endişeli bir Ufuk buldum. Başım ağrıyordu. Kafamı tutup yavaşça doğruldum.
"İyi misin?"
Ufuk endişeli gözlerle bana bakıyordu.
"Şey sadece biraz başım ağrıyor"
Birden bana sarıldı.
"Bir daha böyle bir şey yapmayalım. Başka bir çözüm yolu bulmalıyız."
Birden gördüğüm görüntüler aklıma geldi. Sanırım Nick'in neden böyle davrandığını anlamaya başlıyordum.
BÜYÜ YANLIŞ YAYILDI
Böyle demişti. Ben yokken burada neler olmuştu bilmiyordum. Ama cadılara çok büyük işkenceler ettiklerini fark ettim. Yine de bu tüm büyücülerin kötü olduğu anlamına gelmiyordu. Ne kadar tehlikeli olursa olsun Nick ile bunu görüşmeliydim.
Akşam olmuş cırcır böceklerinin sesi gecenin sessizliği arasında sanki ışıldıyordu. Pelerinimi üzerime giydim ve kimselere görünmeden odamdan yavaşça çıktım. Gece devriyesinden olan askerlerle karşılaştım ama bir şey demediler.
Bu savaşa neden olan şeyi öğrenmek için ormanın sık ağaçlıklarına dalıp cadıların kampına doğru ilerledim. Kampa yaklaştığımda etrafın fazla sessiz olduğunu fark ettim. Sanırım zaten benim gelmemi bekliyorlardı. Yaşlı bir cadı bana doğru yaklaştı. El işaretiyle onu takip etmem gerektiğini belirtti. O önde ben arkada büyük bir çadırın önüne geldik. Beni içeriye davet etti. İçeri temkinli bir şekilde girdim. Herhangi bir şeye hazırlıklı olmalıydım.
"Bende seni bekliyordum."
Nick’in alaycı sesi tam arkamda belirdi. Ona göz ucuyla baktım.
"Bir açıklama istiyorum"
Elini çenesine götürdü ve düşünüyormuş gibi yaptı.
"Hmm... Her şey göründüğün gibi işte."
"Nick! Kimsin sen?" dedim anlık bir sinirle. Beni ciddiye bile almıyordu. Yüzü bir anda gölgelendi.
"Ben Yeraltı Zindanlarının bekçisiydim. Ve orada cadıları tutuyorduk." Odanın öbür ucuna gidip oturdu ve bana baktı. Yüzünde çok tuhaf bir ifade vardı.
"Aynı zamanda konsey üyesiydim" dedi sanki kendisi de buna inanamıyormuş gibiydi. Elimi anlıma koydum ve başımı ovaladım. Bu kadarı çok fazla gelmişti.
"Anlıyorum büyü yanlış kullanıldı ve sende tüm büyücüleri ortadan kaldırdın. Sence de burada bir yanlışlık yok mu? Üstüne bir de savaş açtın. Kaç tane insan senin yüzünden öldü biliyor musun? Büyücüleri öldürmeni anlıyorum ama neden savaş? Neden sihirbazlara ve canavarlara saldırıyorsun?"
Yüzünü bir sırıtış kapladı. Bir anda ayağa fırlayıp kayboldu ve saniyeler içerisinde arkamda belirdi. Tam dönecekken omuzlarımdan tutup fısıldadı.
"Senin yüzünden."
Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Nasıl benim yüzümden olabilirdi ki?
"Neden?" dedim zorlukla.
"Öncelikle-" dedi benden uzaklaşarak ve devam etti.
"Kuzey topraklarındaki başıboş canavarların hizaya girmesi gerekiyordu. Etrafa amaçsızca saldırıyorlardı. Ve sonra senin için bu topraklara gelecektik ama geçiş izni verilmedi. Bende savaşmak zorunda kaldım. Seni alana kadar vaz geçmeyeceğim."
Durumu anlamaya başladım.
"O zaman ben seninle gelirsem buradan ayrılacak mısın?"
Yüzüne büyük bir sırıtış kapladı.
"Kuzey topraklarına çekileceğim sadece. Dediğim gibi canavarlar başıboş dolanıyorlar."
" Yani hiçbir yere saldırmayıp burayı terk edeceksin."
"Evet" dedi sakince. Yutkundum. Boğazım kurumuştu.
"Bunu düşünmeliyim."
"Sana 3 gün veriyorum. Savaşmadan 3 gün durabiliriz."
"Tamam" dedim ve çadırdan ayrıldım. Geldiğim yoldan geri dönerken aklımda tek bir şey vardı. Acaba Nick'e direnmeyi bırakmalı mıydım? Yoksa Ufuk... Ah Ufuk nasıl unutabilirim ki onu? Gözlerim yaşardı. Sihirbazlar ordusunun olduğu bölgenin yanındaki kırsalda oturup tertemiz gecenin parlak yıldozlarını izledim ve düşündüm. Aklıma yaralı askerler geliyordu. En sonunda aekadaşlarımın öldüğünü hayal ettim. Ve Ufuğun... Ne kadar ağladım bilmiyorum ama uykuda kalmıştım ve sabahın ilk ışıkları gözüme yansıdığı sırada kalktım. Güneş neredeyse doğmuştu. Sihirbazlar ordusunun karargahı haraketlenmeye başlamıştı. Toparlandım ve karagaha doğru ilerledim.
-3 gün sonra-
3 gündür herhangi bir çatışma olmamıştı. Ufuk kenarda duran bir askere yaklaştı.
"Yoncayı gördün mü?"
"Büyücü çadırında koluna bir şeyler çiziyordu."
Ufuk hızlı adımlarla Yonca'nın çadırına doğru ilerlemeye başladı. Bugün içinde bir huzursuzluk vardı. Çadırın önüne geldiğinde içeriye seslendi ama içeriden ses çıkmadı. Yavaşça çadırın içine adım attı. Etraf zifiri karanlık gibi dumanla kaplıydı. Gözleriyle etrafta Yoncayı aradı. Mor bir ışık gördü ve ona doğru ilerledi.
"Yonca?"
Yonca yatağının yanında bir şeyle uğraşıyordu. Hemen elindekini aceleyle bıraktı ve ilk defa görüyormuş gibi etrafa baktı.
"Neyle uğraşıyordun?"
Yonca biraz endişeyle kıpırdandı.
"Hiç…"
Şüpheyle kaşımı kaldırdım.
"Cadılar harekete geçmeye başladı."
"Öyle mi? Bilgilendirdiğin için sağol."
Biraz durgundu. Kafamı kaşıdım.
"Peki o zaman ben çıkıyorum, bir şey olursa söylersin."
Kafasını sallamakla yetindi.
-Yonca-
Bana verilen süre dolmuştu. Umarım bulduğum bu çözüm işe yarardı. Dışardan hayret ve öfkeyle karışık sesler gelmeye başlayana kadar sessizce oturup düşündüm ve verdiğim kararda bir eksik var mı diye kontrol ettim.
Sesler ilgimi çekmişti. Dışarı çıkıp ne olduğuna baktım. Havada gri bulutlar vardı ve giderek koyu bir mavi rengini alıyordu. Sanki bir noktaya doğru griden maviye tonlanmıştı. Kamp alanının önüne doğru yürüdüm. Eğer bu yoldan giderseniz çatışma alanına giderdiniz. Yani cadıların karargahını önüme aldım. Kamp önünde büyük bir geçit kapısı vardı. Siyah renkliydi ve etrafında ölüm havası vardı sanki. Sonra geçit biraz dalgalandı ve içinden Nick çıktı. Yine o kara pelerini ve demir zırhını giymişti. Bana doğru soran gözlerle baktı. Hiç düşünmeden ona doğru yürümeye başladım. Sihirbaz askerlerin arasında bir dalgalanma oldu. Sonra biri çıktı. Bu çıkan kişi Ufuktan başkası değildi. Bileğimi kavradı.
"Bekle! Nereye gidiyorsun?"
"Bu savaşı burada bitireceğim Ufuk."
"Yani ona istediğini verecek misin? Seni alsa bile vazgeçmeyecek!"
"Ufuk sakin ol. Bu herkesin iyiliği için."
Ufuk hala bana inanamayan gözler ile bakıyordu. Bileğimi tuttuğu elini tuttum ve çektim. Eğer yumuşak davranırsam vazgeçebilirdim. Nick'in suratında tabii ki pis bir sırıtış vardı. Yanına yaklaştığımda neredeyse gülecek gibiydi.
"Doğru kararı vereceğini biliyordum."
"Umarım doğru karardır."
Hafifçe titreyerek onun yanına yaklaştım. Beni bileğimden kavradı ve sertçe geçidin içine sürükledi. Bu doğru zamandı. Bir elimi yumruk yaptım ve sıktım. Kendimi tuhaf hissediyordum. Sıktığım yumruğun hazır olduğunu hissedince yumruğumu sertçe Nick'in sırtına geçirdim. Tabii ki de sıradan bir yumruk o deli gibi güçlü zırhı delemez ve onu alt edemezdi ama ben buna hazırlıklıydım. Peri tozuyla elime çizdiğim işaret kişiyi tek vuruşta öldürebilen bir büyüyü aktive ediyordu. Tabi bunun da bir bedeli vardı. Büyüyü kullanmak için kanını feda etmeliydin.
Nick tökezledi ve boğuluyormuş gibi bir ses çıkararak boynunu tuttu. Bende feda edilmesi gerek kan yüzünden tökezledim. Şimdiden gözlerimden kanlar akmaya başlamıştı. Bazı büyücüler buna dayanamayıp ölüyormuş. Ve bunu ilk defa kullandım. Ölecek olsam bile sevdiğim insanları korumuş olacaktım. Nick bana döndü.
"Bbu büyü bbeni öldürür mü sanıyorsun?" Ağzından kanlar akarken bunu söylemesi komikti.
“Hahaha! Yüzünün haline bir bak. ” dedim. Gözümün önü bulanıklaşmaya başlamıştı. Bir anda Nick’in gölgesini önümde gördüm. Elini karnıma doğru yumruk atıyormuş gibi bir hızla geçirdi. Bu hareketin etkisiyle resmen havaya sıçradım ve ağzımdan tükürükler sıçradı. O kadar güçsüzleşmiştim ki direk yere yığıldı. Nick zorla önüme doğru eğildi ve bana baktı.
“Böyle bir şey yapacağını aklımdan geçirmiştim. Bu yüzden sana bir hediye veriyorum umarım beğenirsin.”
Bunu söyledikten sonra hemen altında bir boşluk çıktı ve Nick oraya düştü. Büyünün yapıldığı yere doğru bakınca Ufuk’u gördüm ve gülümsedim. Sonra da gözlerim karardı.
Gözlerimi açtığımda Ufuğun sarayındaydım. Doktor içeri girdi.
"Ah! Uyanmışsınız"
"Ne kadar süredir buradayım?"
"Yaklaşık iki haftadır bilinçsizdiniz."
İki hafta çok uzun bir süreydi. Doktor tam birşey söyleyecekdi ki Ufuk içeri girdi.
"Ah! Şükürler olsun uyanmışsın."
Gülümsedim.
"Ona ne oldu? Yani Nick'e?"
"Onu yeraltının karanlık zindanlarına gönderdiler"
"Cadılar?"
"Efendileri olmayınca hepsi dağıldı."
Ufuk yanıma oturdu.
"Artık her şey bitti. Rahatlayabilirsin. Bundan sonra mutlu bir şekilde yaşayacağız. Sen ve ben tamam mı?"
Mutlu bir şekilde yaşamak...
Güzel bir hayaldi. Doktorun endişeyle bana baktığını gördüm. Birşey söylemek istiyor gibiydi.
"Ufuk? Ben biraz dinleneceğim."
"Tamam. Zaten benim de yapacak işlerim var. Seni tekrardan ziyaret etmeye geleceğim."
Başımla onayladım. Ufuk gidince soran gözler ile doktora baktım. İçimde kötü bir his vardı.
"Şşey, Yonca Hanım size acilen söylemem gereken bir şey var."
"Lafı gevelemesene."
"Aslında ssiz 1 haftalık hamilesiniz."
"Nne?Nasıl olur? Ben hiç kötü bir şey yapmadım."
*Umarım verdiğim hediyeyi beğenirsin.*
Birden hatırlayınca... ama yüzük?
Bir kez daha anılarımı gözden geçirdim. Nickin elinde bir yüzük vardı ve Ufuğun uzun zamdır kendi yüzüğünü takmadığını fark ettim. Elimde olmadan yüzüm kıpkırmızı oldu.
Ne yani onunla evlendim mi? Ahh olamaz.
Ellerim titremeye başladı. Önüme Nickin sürekli sırıtan yüzü geliyordu.
Bu şekilde burada duramazdım. Doktora döndüm.
"Bundan kimseye bahsetme."
"Peki efendim."
Ayağa kalktım ve tırnaklarımı yemeğe başladım. Çok endişeliydim. En sonunda bir veda mektup yazarak onu Ufuğun masasına bıraktım. Sanırım kendi boyutuma geri dönmeliydim. Pelerinimi aldım ve saraydan gizlice çıktım. Soğuk bir rüzgar eserken yavaşça yürümeye başaldım. Geriye dönüp tüm yaşadıklarımı gözden geçirdim. Eğer Nick serbest kalırsa benim peşime kesinlikle düşerdi. Sevdiklerimin benim yüzümden bir daha zarar görmesini istemiyordum. Onları korumak adına gitmeliydim.
Sanırım annemlerin evine geri dönmeliyim ve gölgelerde saklanmalıyım.
Evet ve böylece final yaptım. Ah ama belki ikinci kitabınıda çıkarırım. Gerçi şu anda bir yarışma için çizim yapıyorum. Bitirseydim size gösterirdim. Aklımda bir sürü kurgu var. Eğer vaktim olursa burada yayımlayacağım. Bu yaptığım çizimin bir kurgusu var onu yazmayı düşünüyorum. Tabi ki yine fantastik. Evet o zaman umarım ileriki kurgularda görüşürüz. Kendinize iyi bakın değerli okuyucularım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Büyücü(Tamirde :D)
FantasíaÇok mutlu bir hayatım vardı. Hayatım bir anda karardı Önce annem ve babam öldü Sonra kasabaya taşındık Herşey o şatoyu görmemle başladı Ben dünyadaki son büyücüydüm