Merhabalar işte yeni bölümm. Keyifli okumalar dilerim.
-Ufuk-
Güneşin ilk ışıkları yüzüme vurmaya başlayınca gözlerimi hafifçe araladım. Yoncayı bıraktığım yerde bozulmuş yataktan başka birşey yoktu. Sandalyede uyumaktan boynum ağrımıştı. Boynumu ova ova kalktım. Herhalde biryerere falan gitmiştir diye düşündüm. Asıl sorun dünkü hayaletin serbest kalmasıydı. Onu tekrardan mühürlemek için bir kaç sihirbazla baya uğraşmıştık. Onu öldüremiyorduk çünkü nasıl öldüğünü bilmiyorduk. Tek yapabildiğimiz onu mühürlemekti. Kim? neden? bunu yapmış olabilirdi. Ya içeriye biri sızmıştı ya da bizden biri yapmıştı. O hayaletin orada olduğunu bilen kişi sayısı çok az olduğununa göre bilen biri yapmış olmalıydı. Ya da varlığını hisseden biri. Koridorda daha kimseler yoktu. Erken kalktığım için herkes uyuyordu muhtemelen. Uykulu gözlerele odama girdim. Kral olmak zor işti yav. Bide savaş meselesi vardı. Nick denen adamı durdurmazsak her yere felaket gelirdi. Öbür krallıklar ile iletişime geçmeyi düşünüyordum. Arden boyutu büyük bir yerdi. Farklı yaratıklar ve insanların birlikte yaşadığı bir boyuttu. Bu yüzden savaş olmaması gerekiyordu. Eğer savaş olursa herşey birbirine karışır, tüm krallıklar kendini korumaya çalışırdı. Bu yüzden diğrelerini umursamadan herşeyi kullanırlardı.
Yoncaya bakmak için odasına çıktım. Saray halkı uyanmaya başlamıştı. Birkaç tane hizmetçinin yanından geçtim. Geçerken eğilip selam verdiler. En yukarı kat büyücülere ait olduğu için değişmemişti. Boş olduğu için oraya fazla kimse uğramazdı zaten. Açıkçası sarayda konuşulanları duymuştum. Yukarı kat lanetli diye isimlendirilmişti. Kasvetli ve karanlık bir görüntüsü vardı. Birde bizim Alan orada bir odada kalıyordu. Nedense Yoncayı görmek için aşağıya hiç inmedi. Hasta gibiydi. Odasından hiç çıkmıyordu ve sadece pencereden dışarı izliyordu. Hizmetçilerin çoğu ondan korkuyordu.
Yukarı kat ayak bastıktan sonra sessizve ilerledim. Ayakkabımın çıkardığı ses duvarlarda yankılanıyor bana geri dönüyordu. Alan'nın odasının kapısının önünde durdum ve kapıyı tıklattım. Ses yoktu. Kapıyı yavaşça açmama rağmen gıcırdamıştı. Burayı bir ara yaptırmalıydım. İşte Alan orada yatağında oturuyordu. Sarı saçları güneş ışığında parlıyordu. Bana baktı ve gülümsedi.
"Annem neden gelmiyor?"
"Sen iyi olunca gelicek yoksa üzülür"
"Ama o gitti"
Darbe yemiş gibi oldum.
"Nnereye gitti? nerden biliyorsun?"
İçim titremeye başlamıştı. Bir daha mı bırakıp gidicekti yoksa. Daha yeni gelmişken hem de.
"Siyah saçlı bir adam onu önce yere attı sonra da kaldırdı ve götürdü, pencereden gördüm"
İnanamazdım buna. Aceleyle odadan çıkıp Yonca'nın odasına girdim. Bomboştu. Dolabını açtım içindeki herşey duruyordu. Aşağı indim ve nöbetçilere sordum. Gören yoktu. Lanet olsun lanet olsun dedim kafamı tutarak. Nasıl onu yalnız bırakabilirdim. Umutsuzca aramaya devam ettim. Heryere baktım, tüm hizmetçilere sordum ama gören yoktu. En sonunda bitkin bir şekilde odama vardım ve kendimi yatağa attıp düşünmeye başladım. Tüm olayları düşünürken hatırladığım şeyle yerimde dondum. Anlaşması vardı ve Nick onu kullanmıştı. Peki onu nereye götürmüştü? Düşündüm ama hatırlayamadım. En iyisi Ardayı bulmaktı. Kalktım ve Arda'nın odasına doğru ilerledim. İçeri girdiğimde Arda hala uyuyordı. Ah şu tembel diye içimden geçirdim.
"Ardaaa!" diye bağırım. Arda hemen kalktı ve etrafına bakındı.
"Noluyor be?" dedi uykulu bir şekilde.
"Yonca yok"
Gözleri bir anda açıldı.
"Ne?"
"Nick onu kaçırdı tahminimce"
"Bir dakika neler olduğunu bana en başından anlat"
Nefesimi bıkkınlıkla dışarı verdim. Uzun hikaye anlatıcaktım sonuçta.
-Yonca-
Gözlerimi hafifçe araladım ve karşımdaki tavanı görünce bir anlığına şaşırdım. Sonra hatırladım. Dün gece hayalet tarafından çaplı bir güç kaybetmiştim ve dinlenmem gerekiyordu. Nick bunu fırsat bilip anlaşmaya çağırmıştı. Tuhaf benim yorgun olduğumu nereden biliyordu? Nedense Nick heryerden çıkıyordu. Bulunduğum odaya bir göz attım. Neredeyse boş bir odaydı. Benim yattığım büyükçe yatak bir dolap ve çalışma masası vardı. Kalktım ve pencereden dışarı baktım. Hava kara bulutlarla çevriliydi. Ahhh nasıl buraya gelmiştim. Oda kapısının yanına gittim. açılmayacağını biliyordum ama denemekten zarar gelmezdi. Kulpu çevirince garip bir şekilde açık olduğunu fark ettim. Kafamı uzatıp etrafa baktım ama kimseler yoktu. Loş koridorlar meşalelerle aydınlatılmıştı. Meşale ışığının olmadığı yerler karanlıktı. Bir iç çekip dışarı çıktım ve dolanmaya başladım. Koridorların hepsi birbirine benziyordu, labiren gibi bir yerdi. Etrafta birkaç cadı görmüştüm ama bana aldırmadılar. Gezinmeye devam ettim. Bir yerden piano sesi geliyordu. Canım sıkıldığındam sesi takip ettim ve geniş bir odaya vardım. Bir kaç cadı oturmuş birbirine yaslanmış sessizce şarkıyı dinliyorlardı. Bir cadı piano çalıyor başka bir tanesi bilmediğim bir dilde şarkı söylüyordu. Oturup şarkıyı dinledim. Güzel ve huzurlu hissettiriyordu. Zaten kaçamayacağımı bildikleri için beni umursamıyorlardı galiba diye düşündüm. Daha fazla durmayıp kalktım. Yine ıssız koridorlarda yürüyordum. Bir kapının orda bir çocuk gördüm. Kafasını uzatmış etrafa bakıyordu. Beni görünce panikledi ve kapıyı kapattı. Merak edip kapıyı tıklattım ve içeri girdim. Beş tane çocuk daltonlar gibi dizilmiş bana bakıyordu. Üçü kız ikisi erkekti. En büyük gözüken çocuğun yanına eğildim.
"Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordum en tatlı ses tonumu kullanarak. Bana gıcık bir bakış attı.
"Sen yeni gelen öğretmensin değil mi?" diye sordu.
"Ne öğretmeni?"
"Bize ders veyen" dedi küçük olanı tatlı tatlı. Harfleri tam çıkaramıyordu.
"Hayır" dedim gülümseyerek.
"O zaman millet toplanın devam ediyoruz" dedi büyük çocuk. Bende aralarına katıldım. Büyük olanı planını anlatırken öbürleri dikkatle dinliyordu. Plana göre ellerimdeki bir miktar boya topu ile renklendirmek istedikleri bir duvar vardı. Oraya bu topları rastgele fırlatıcaklardı. Sonrada üstüne garfiti yazıları yazmayı planlıyorlardı. Farkında olmadan bende aralarına katılmıştım. Sorunları diğer cadılara görünmekti. Çünkü dışarda olmaları yasaklanmıştı. Bunu onlar için halledebilirdim. Görünme işini bana bırakmalarını söyledim. Bana tuhaf tuhaf baktıktan sonra onlara bir kaç haraket gösterdim. Hemen kabul ettiler. Bu çocuklar küçüklükten belalı çıkmışlardı. Muhtemelen cadıların çocuklarından bir kaç tanesiydiler.
Önce dışarı ben çıktım. Koridordan bir cadı geçiyordu. Bana tuhaf bakışlar atarak geçti. Görünmezlik büyüsü ile çocukları sakladım. Bir yandan büyünün bozulmaması için uğraşırken diğer yandan çocuktan yol tarifi alıyordum. Sahi adlarını sormayı unutmuştum. En sonunda dışarı çıkmayı başardık. Dışarısı berbat bir haldeydi. Şatonun tüm bahçesi kuru hava ise kuru bir soğuktu. Biraz üşümeme rağmen onlar için dayandım. Nedense bu çocukları sevmiştim. Şatodan dışar çıkma yolunda ilerlediğimizi fark ettim. Ben de kendimi görünmez yaptım. Ne yani şatonun dış duvarlarına mı yapacaklardı? Yerimize gelip boyaları fırlatmaya başladık. Uzun zamandır ilk defa bu kadar eğleniyordum. Çocuk olmak güzeldi. Keşke çocukluğuma geri dönebilseydim diye düşündüm. İşimizi bitirince sırada grafiti vardı. Yapmaya başlamadan diğer taraftan bir ses duyduk. İlerden bir grup cadı bize geliyordu. Çocuklar bir an paniğe kapıldılar. Hemen elime kalan boya toplarından birini aldım.
"Fırlatıınn!" diye bağırdım ve bir tane fırlattım. Veee Head Shot. Tam kafasına isabet etmişti. Cadılar ve bizim grup boya içimde kalmıştı. Cadılar atılanların bir kısmını bize geri fırlatmıştı.
"Huh sonunda bitti" dedim alnımdaki teri siler gibi yaparak. Çocuklar bana bakıyordu.
"Abla sen müthişsin" dedi büyük olanı.
"Bir daha yapalım" dedi ortanca heyecanla bağırarak. Sonra topluca bağırdılar. Onları geri götürmem gerekiyordu. Açıkçası kollarım donuyordu.
"Hadi gidelim yarın bir daha geliriz" dedim. Bir grup cadı daha dışarı çıktı. O anda arkamda farklı bir soğukluk hissettim. Üstüme kalın bir parça sardı arkamdaki. Sonra kulağıma sessizce fısıldadı.
"Yakaladım seni"
Tahmine gerek yoktu. Gelen tabikide oydu. Yüzüm bir anda asılmıştı. Çocuklar giderken el salladım onlara. Bir daha geleceğime söz verdim.
Nick gözlerimi kapatmamaı yoksa bir daha göremeyeceğimi söyleyince mecburen kapattım. Bir anda kendimi ilk uyandığım odada buldum.
"Çocukları seviyor musun?" dedi üstündeki pelerini çıkartırken. Somurtup yatağın üstüne oturdum ve ellerimi bağladım.
"Oo bana kızmış gibisin" dedi alayla. Hep böyle konuşuyordu zaten pislik.
"Üzgünüm seni bir süreliğine burada misafir edicem yolumdaki büyük bir engeldin" dedi yüzünü somurtarak.
"Ya da vazgeçtim" dedi bir anda.
"Çocukları seviyorsun değil mi? Bana bir velihat yap o zaman" dedi yaklaşarak. Yine başladı diye içimden geçirdim bıkkınlıkla. Sonra bir anda durdu. Ama sanki yaklaşamıyormuş gibiydi. Bir kahkaha attım. Bu sefer kaçamayacağımı düşünmüştüm. Bir anda üstüme geldi ve bileğimi sıkıp elimi kaldırdı. Doğru annemin yüzüğü hala takılıydı. Onu inceliyordu. Sonra ağzında bir şeyler geveledi ve yüzüğün etrafından pembe damarlar ortaya çıktı. Sinirlenmiş gibi duruyordu.
"Bü yüzüğün diğeri kimde takılı?" dedi sakince. Az önceki hareketine karşı bir anda sakinleşince şaşırdım.
"Sanane niye söyliyim ki?"
"Aptal bilmeden ne yaptığının farkında mısın?"
Biraz paniklemiştim. Ne yaptım ki ben?
"Nne yapmışım?" diye sordum merakla. Elini alnın koydu.
"Yarı evlilik sözleşmesi daha tamamlanmamış yani nişan diyebiliriz"
Yüzüm bir anda domates gibi oldu. Bunun diğeri Ufukta değil miydi? Gözlerim olayın şoku ile kocaman açılmıştı.
"Ne dedin sen?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Büyücü(Tamirde :D)
FantasyÇok mutlu bir hayatım vardı. Hayatım bir anda karardı Önce annem ve babam öldü Sonra kasabaya taşındık Herşey o şatoyu görmemle başladı Ben dünyadaki son büyücüydüm