Merhaba yine geç kaldım ama bu sefer benim hatam değil. İnternette sorun oldu o yüzden. Her neyse bu sayede bölümü uzattım. Herkeze iyi okumalar :):)
Canavarlar bölgesi nasıl biryer olduğu belli değil. Kralın anlattığına göre tüm canavarların toplandığı biryermiş. Arden'nin kuzeyinde yer alırlarmış.
Gülmsedim ve onlara el salladım. Kral , kraliçe ve o tuhaf kız da bana el salladılar gülümseyerek. Sıradaki durağım canavarlar bölgesine olan 1 haftalık yolculuğum başlamış oldu.
-Ufuk-
Müdür yine beni çağırmıştı. Şu söylemek istediği şeyi bir türlü söyleyememişti. Önemli bir konu olduğunu söylemiş ama bir türlü konuşamamıştık. Müdürün kapısının önünde derin bir nefes aldım ve kapıyı tıklattım. "Gir" komutu gelince içeri girdim. İçeriye girdiğim anda bir bariyer oluştu. Arkama baktım ve yavaşça yutkundum. Demek o kadar önemliydi ki müdür bariyer oluşturmuştu. Ayakta salak gibi şaşkın şaşkın dikilmiş bekliyordum. Müdür bana ben müdüre bakıyordum. Müdür yerinde hafifçe kıpırdandı.
"Otursana oğlum ne bekliyorsun"
"Ah" dedim ve hızlıca gidip bir koltuğa oturdum. Müdür sakalını ovup ovup bana bakıyordu. Sonunde sessizliği bozdu.
"Kasabayı kontrol ekibine katılmıştın değil mi?"
"Evet"
"Hmmm"
Cesaretimi topladım.
"Şey neden buradayım acaba?"
Güldü.
"Savaş yavaşça kendini göstermeye başlıyor"
"Evet öyle görünüyor"
Biraz durdu ve devam etti.
"Ufuk hiç küçüklüğünü hatırlıyor musun? Anneni babanı falan?"
Biraz düşündüm. Hatırlamıyordum. Başımı hayır anlamında salladım.
"Ufuk sen velihatsın. Bir kaç ay sonra seni tahta çıkarmamız gerekicek bu yüzden bir daha görevlere gitmeni istemiyorum. Tahta çıkışından önce hiç birşey olmamalı."
"Neee!"
-Yonca-
Tam tamına üç haftadır yoldaydım. Bulunduğum Esta krallığında çıkalı baya olmuştu. Ardenin kuzeyine gittikçe hava daha da soğuyo ve etraf tenhalaşıyordu. Soygunculara bile rastlanmıyordu. Aslında bir ay sürmesi gereken yolculuğum hız sayesinde daha hızlı olmuştu. Ama yinede nerede olduğu tam olarak bilmiyordu. Haritayı çıkarıp yere serdim ve nerede olduğuma baktım. Galiba bir günlük bir mesafem vardı. Ama bu demek oluyor ki haritayı kontrol edince canavarlar bölgesinr girdiği fark ettim. Şimdiye kadar bir tanesi ile karşılaşmamam benim için büyük bir şanstı. Havaya baktım. Güneş batmaya başlıyordu. Kamp kurmam gerekicekti. Etrafıma bakındım. Etraf ıssız bir yerdi ve boştu. Kenarda küçük bir orman vardı. En iyisi boş arazide kamp yapmaktı. Bir ateş yaktım ve çantamdan yiyecek birşeyler çıkardım. Şasıma kurutulmuş etim vardı. Ateşin üstüne eti koydum ve beklemeye başladım. Biraz sonra pişerdi. Ama kokunun bazı canavarları çekeceğinden haberim yoktu. Ta ki ormanda kırmızı gözler görene kadar. İçimden lanet okudum ve ayağa kalkıp kılıcımı çektim. Derin bir nefes alıp kılıcımı sıkıca tuttum. İşte geliyorlardı. Beş tane kurtadam bana doğru koşarak geliyordu. Yıldırım ateşini kılıca sardım ve bekledim. İlk gelen direk üstüme atladı. Ama bu düşüncesiz bir hareketti. Karnına kılıcı sapladığım zaman herşey bitmişti. Diğerleri arkadaşlarının ölümünü görünce daha da saldırganlaştılar. İki tanesi üstüme atladı. Birine rastgele bir savurma yapınca kolu yaralandı ve geri çekildi. Ben onunla uğraşırken öbürü önceden yara olan koluma bir darbe indirdi. Kolum çok acıyordu. Kan akmaya başladı iyleşmesi gerekiyordu ama iyleşmedi. Acıya katlanıp geri kalanlarla uğraşmayı sürdürdüm. Bana darbe indiren kurtadamı bacağından yaraladım. En azından o da etkisizleşmişti. Biri yemeği alıp kaçtı zaten. Öbürüde diğerlerinin haline bakıp kaçtı. Onlar kaçınca hemen yere çöktüm ve kılıcı toprağa saplayıp destek aldım. Kolum iyleşmiyordu ve kan kaybediyordum. O anda birşey beni arkadan sardı ve engellemem için kollarımı tuttu. Ne olduğunu anlamadan boynumda tuhaf bir acı hissettim. Giderek halsizleşmeye başladım. Sanki kanım çekiliyordu. Bilincimi kaybetmeden önce duyduğum son şey:
"Büyülü kan içmeyeli uzun zaman oldu" diyen bir erkek sesiydi.
-Yavuz-
Ne kadar süredir burada olduğumdan haberim yoktu. Kendime geldiğimde açlıktan ölüyordum. Aileme ne olduğunu bilmiyprdum. En son cadılar evimize saldırmıştı sonrası boştu. Annemin çığlığını duymuştum sadece gerisi boştu. Etrafımı inceleyince bir zindanda olduğumu anladım. Benim bulunduğum hücre büyüktü ve yarısı karanlıktı. Karnım guruldayınca biraz utandım. Karanlığın içinden tanıdık bir ses duydum.
"Vaay sonunda kalktın haa"
"Sen kimsin?" diye sordum merakla. Büyük bir kahkaha attı.
"Tanımadın mı gerçekten?"
Yavaşça karanlıktan çıkmaya başladı. Beyaz saçlarını gördüğüm anda onu tanıdım. Ama bu nasıl olabilirdi?
"Arda?" dedim inanamamışça.
Karanlıktan çıkınca onun sırıtan tipini gördüm.
"Senin ne işin var burada?"
Yüzü birden ciddileşti.
"Fark etmediniz değil mi?"
"Neyi?"
Birden Arda'nın sesi koridorun öbür ucundan geldi. İkimizde o tarafa döndük. Arda bıkkın bir şekilde iç çekti ve yerine geri dönüp bana baktı.
"Şimdi anlarsın"
Koridora bakmaya devam ettim. Karanlığın içinden bir tane daha Arda çıktı. Neler dönüyordu burada diye düşünürken anladım. Şekil değiştirme büyüsüydü. Bunu da sadece o yapabilirdi. Bana pis bir sırıtışla baktı.
"Anladın değil mi?"
Ona ölümcül bir bakış fırlattım ve Ardaya döndüm.
"Ne zamandan beri?"
"Ruhlar bölgesinde senle ayrılmıştık ve bizi yakalamıştı ya o zamandan beri"
Gözlerimi kocaman bir şekilde açtım. Bu kılıkla heryerde dolanabilirdi.
-Yonca-
Gözlerimi araladım. Tuhaf bir tavana bakıyordum. Gözlerim bulanık görüyordu. Yavaşça kalkmaya çalıştım ama koluma bir acı saplanınca geri uzandım. Lanet olsun darbe aldıktan sonra iyleşmesi gerekiyordu. Etrafıma biraz göz gezdirdim. Küçük bir odadaydım. Tam yanımda pencere vardı ve gökyüzünü görebiliyordu. Öğlen olmuştu. Birden dün gece yaşadıklarım aklıma geldi. İstemsizce elim boynuma gitti. İki tane küçük çıkıntı hissettim. Dün bir vampir tarafından ısırılmış olmalıydım. O zaman ölmüşmüydüm. Hayır ölseydim acıyı hissetmezdim. Derin bir nefes alıp kendimi zorladım ve kalktım. Yalpalayarak yürüyordum. Destek için tahta duvara yaslanıp kolumu tuttum. Kanamıyordu ama acıyordu. Yatağın kenarında eşyalarımı gördüm. Demek ki biri beni buraya getirmişti. Elime bir işaret daha çizebilirsem belkide yaram biraz olsun iyleşirdi. Çantamın yanına resmen sürünerek gittim ve içini karıştırıp kitabı buldum. Kapağı dikkatlice açıp aleti çıkardım. İçinde hala peri tozu olduğunu umut ederek kapağını açtım. Neredeyse hiç yoktu. Yüzümü butuşturdum ve sırtımı zorluk yatağa yaslayıp yere oturdum. Bacaklarımı uzattım böylesi daha rahattı çünkü. Yara olmayan kolumu kaldırıp üfledim. Renkli peri tozları etrsfta uçuşmaya başladı. Gülümsedim bana Ufukla gittiğimiz gölü hatırlattı. Yerden bir avuç peri tozu aldım ve döke saça alete doldurdum. Sanırım artık dolmuştu. Yutkundum ve boğazımın kuruduğunu hissettim. Kitabı kucağıma koyup teker teker sayfaları çevirip işime yarayacak birşey aradım. Zorda olsa yaraları iyleştirme ile ilgili birşey buldum. Elime dolanmış bir sarmaşık çizmem gerekiyordu. Aleti yaralı koluma koydum. Ucu buz gibiydi ve bu beni ürpertmişti. Dandik dundik bir şekilde kolumun etrafına çizmeye başladım. durdum ve eserime baktım. Hayret benim geçtiğim yerler kendiliğinden düzelmiş ve yaprak açmıştı. Aleti bıraktım. Sarmaşık parladı ve yeşil tozlar koluma dokundu. Sanırım sargıyı açmam gerekiyordu. Yavaşça sargıyı açtım ama çektiğim acı katlanılmazdı. Bir kez daha yutkundum ve beklemeye başladım. Biraz sonra yrşil tozlar yaranın üstünde parıldıyordu. Acım hafiflemişti ve kolumu hareket ettirebiliyordum. Derin bir oh çektim ve kanlı bezi yerden aldım. Onu çöpe atmalıydım. Kapıdan dışarı çıkınca uzun bir koridor beni karşıladı. Koridoru geçince salona inen bir merdivenle karşılaştım. Merdivenden aşağıya indim. Artık salondaydım. Buna rağmen etrafta kimseleri göremedim. Dışarı çıktım ve etrafta gezindim. Çok güzel bir bahçesi vardı bu köşkün. Her türlü çiçek vardı ve baya da iyi bakılmıştı. Ben böyle gezerken güneşin batmakta olduğunun farkına varmamıştım. Hemen eve dönüp kapıyı kapattım. Bir daha kurtadamlarla karşılaşmak istemiyordum. Üst kata çıktım ve koridora baktım. Burada mutlaka birileri yaşamalıydı. Ev çok düzgün ve bakımlıydı. Ayrıca temizdi. Koridorun başında diğerlerinden farklı bir kapı vardı. Sanırım odaları aramaya oradan başlamalıydım. Kapıya doğru gittim. Biraz gergindim çünkü ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Kapıyı yavaşça açtım ve büyük bir odaya adımımı attım. Eski kapı arkamdan gıcırdayarak kapandı. Kapıyı açmaya çalıştım ama açılmıyordu. Ah lanet diyr mırıldandım. Cidden hoş bir odaydı. Bir duvar komple cam ile kaplıydı ve arkasında müthiş bir gün batımı manzarası vardı. Biraz daha yaklaşınca orada bir yatak daha doğrusu bir tabut gördüm. Yavaşça yaklaştım ve içine baktım. Genç görünümlü tahminimce 19-20 yaşlarını gösteren bir erkek uyuyordu. Simsiyah saçları ve beyaz pürüzsüz bir teni vardı. Bir yandan tırnaklarımk gerginlikten kemirip diğer yandan ise elimi ona doğru uzattım. Elim tenine değdiği anda geri çektim. Teni buz gibiydi. Bir kez daha yutkundum ve o sırada güneş battı. Hani katil filmleri olur ya kurban katili öldürdüğünü zanneder ve rahatlar ama katil bir anda gözlerini açar ya işte o şekilde gözlerini açtı. Korkuyla geri çekildim ve hafif bir çığlık attım. Geri çekilirken yerdeki çıkıntıya takılıp düştüm. Tabutun kenarını tutup doğruldu. Gözlerim korkuyla açıldı şimdi işim bitmişti. Etrafına baygın bir bakış attı. Dağınık saçlatını eliyle karıştırdı. Kırmızı gözleri en sonunda beni buldu.
"Ah sensin" dedi uykulu bir ses tonuyla. Bir anda önümde belirdi. Çok hızlı gelmişti. Korkuyla geri geri sürünmeye çalıştım. Kolunu belime sardı ve yüzünü bana yaklaştırdı. Sonrada eğip boynuma dişlerini batırdı. Acıyla çığlık atıp ellerimle onu durdurmaya çalıştım ama çabalarım nafileydi. Derin derin nefes almaya başladım. Yavaşça sakinleşiyordum. Kansızlıktan boğazım kurumuştu. En sonumda geri çekildi ve ayağa kalktı.
"Açsın sanırım" dedi elini cebine koyarak. Boynumu ovaladım çünkü ağrıyordu. O anda sarmaşıktan yeşil tozlar uçuştu ve boynumdaki yarayı kapattı.
"Ah demek bu büyüyü kullanabiliyorsun" dedi yanıma çömelerek. Elimi kaldırdı ve döndürdü. Yaramı inceledi.
"İyi en azından diğer avcıları buraya çekmiceksin"
"Seni çekmişim anlaşılan" dedim dişlerimi sıkarak.
"A sinirlendin demek ama benim yapabileceğim birşey yok bu benim doğamda var" dedi elini uzatarak. Onun elini yakaladım ve ondan destek alarak kalktım.
"Sen büyücüsün değil mi?"
"Evet"
"Bende seni arıyordum geleceğine işaret vermeliydin buraya yaklaştığını duymuştum"
"Neden?"
"Ahhh bende nöbetçilerden biriyim"
Şimdi anlamıştım. En azından nöbetçiyi bulmuştum. Birlikte bahçeye indik. Ay ışığına bakıp geri bana döndü.
"Neden kolunun iyleşmediğini merak edyorsun değil mi?"
O söyleyince aklıma gelmişti.
"Evet"
"Yaraların iyleşmesi biz vampirlere ait bir özelliktir. Büyücüler büyü yaparak buna ulaşabilir tabi ama belli bir süre sınırı vardır. Göriyorum ki seninki bitmiş."
Gözleri daha da parlaktı.
"Burada bana ne öğreticeksin?"
Sırıttı.
"Sana savaş silahları ve kara büyüyü öğreticem ama bu çok riskli"
"Neden?"
"Çünkü büyücüler delirebilir. Kontrolden çıktığın zaman öğrendiğin tüm büyüleri kullanabilirsin"
Korkmaya başalmıştım.
"İlk önce seninle bir anlaşma yapalım. Sana öğretirim ama istediğim zaman kanından içmeme izin vermelisin bu büyülü bir sözleşme olucak"
Ne yapmalıydım bilmiyordum. Bunu öğrenmem gerekiyordu.
"Ne düşünüyorsun?"
"Kanımı beni öldürmeyecek şekilde içersen"
"Tabiki"
"Biraz düşünmem gerekiyo"
"Tabi şunuda söyliyim gece olmaya yakın nerdeysen eve geri dön yoksa diğer vampirler seni yakalar"
"Tamam"
"Bu gecelik seni serbest bırakıyorum yarın başlarız"
Başımı olumlu anlamda sallayıp odama geri döndüm. Biraz büyü okudum ve çalıştım. Ayrıca su ile ilgili antreman yaptım ve biraz daha geliştirdim. Suyu buza çevirebilmiştim. Sevinçle ellerimi çırptım. Başka kolay büyülerde vardı Mesela söz ile olanlar vardı onlar en kolayıydı. Ertesi gün şekil değiştirmeye çalışıcam diye kendime söz verdim ve esneyerek saate baktım. Gece yarısını çoktan geçmişti. Yorgunlukla yatağıma uzandım. Göz kapaklarım ağırlaştı ve kapandı.
Ertesi sabah yine geç saatte kalkmıştım. Saat on bir olmuştu ve ben daha uyuyordum. Aceleyle kalktım. Karnım guruldayınca yüzümü buruşturdum. Burada yiyecek birşeyler bulabilir miydim ki? Aşağıya inince bir sofrayı hazır buldum. Üstünde bir kart vardı. Benim için olduğu yazıyordu. Kahvaltımı ettim ve kalkıp yukarı o adamın yanına çıktım. Uyuyordu. Galiba vampirler sabahları uyuyordu. Odamdan kitabımı aldım ve dışarı bahçeye çıktım. Şekil değiştirmeyi öğrenmem gerekiyordu. Öncelikle istediğim şekli aklımda tutmalıydım. Onu hayal edip kendimi onun gibi görmeliydim. Biraz zordu ama yapabilirdim. Etrafa bakındım. Bitki olamazdım. Bir kedi gördüm çalıların arasından fırladı. İşte kediyi deneyebilirdim. Bütün gün uğraştıktan sonra kediyi yakalayıp ona benzemeye çalıştım. Kulaklarım ve kuyruğum çıktı ama tam benzeyememiştim. Kedi kucğımdan kaçınca bıkkınlıkla yerimden kalktım ve onu kovalamaya başladım. Köşkün dışına çıkıyordu ama ona yetişebilirdim. Hızı kullandığımda artık çok geçti. Hava kararıyordu ve kaybolmuştum. Etrafta kırmızı gözler parıldamaya başlamıştı. Şimdi yanmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Büyücü(Tamirde :D)
FantasyÇok mutlu bir hayatım vardı. Hayatım bir anda karardı Önce annem ve babam öldü Sonra kasabaya taşındık Herşey o şatoyu görmemle başladı Ben dünyadaki son büyücüydüm