34. Bölüm

2.6K 178 11
                                    

İşte yeni bölüm herkese iyi ramazanlar dilerim keyifli okumalar :D
-1 Hafta Sonra-
_Yonca_
Bir hafta içinde iki yer ziyaret etmiştim. Biri ormanın içinde terkedilmiş bir kulübeydi. Kalkan ile korunuyordu. Oraya girmek fazla zor olmamıştı. Etrafı karıştırınca onun notlarını buldum. Sanırım bir kadındı elbise dolabına bakmıştım. Notlarda şifalı bitkiler ve büyüler vardı. Onları aldım ve yoluma devam ettim. İkinci yer çok güzel bir evdi. Bir hanın yanında çiçeklerle çevriliydi. İçerde insanlar yaşıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Onlar beni görünce içeri aldılar. Bir büyücü olduğumu anlamışlardı çünkü evin yerleri cadıların büyücüleri bulmak için kullandığı taştan yapılmıştı. Eve girince yerlerin parladığını gördüm. Gerçektende hoş bir. görüntüydü. Beni bodrum katına indirip bir sandığı açtılar. Buralarda daha kutu yoktu sanırım. Sandığın içinde birsürü eşya vardı. Eski bir kitapta büyü notları vardı. Sadece onu aldım çünkü diğerleri kişisel eşyalardı bana yük olurlardı. Şimdi başka bit kasabaya gidiyordum. Biraz dinlemeliydim. Bu aralar haydutlar peşimi bırakmıyordu. Bir iki haydut öldürünce namım yayılmaya başlamıştı. Kendi aralarında bana Ateş diyorlardı. Çünkü o gün adamdan aldığım kılıca ve ellerime yıldırım ateşini sarıyordum. O adam kılıcı nereden bulduysa gerçekten de çok dayanıklı bir kılıçtı. Yanmıyordu.
Aldığım notlardan bir beceri birde büyü yapabiliyordum. Beceri hız gibiydi:Yüksek zıplama. Bu sayede bir evin çatısına rahatlıkla zıplayabiliyordum.
Büyü ise ilerdeki birini görebilmeydi. Bu sayede haydutları bana saldırmadan nerede olduklarını görebiliyordum. Elimi yere koydum va gözlerimi kapattım. İşte yerden ileri doğru gidiyorum bir dakika ileri değil yana saptım. Her kimse tam çaprazımdaki ağaçta duruyordu. Profesyonele benziyordu. Yüzü kapalıydı ve siyah giyinmişti. Olamaz hareket ediyordu. Bana bakıyordu sanırım. Geri döndüğünde işte aradığım fırsat bir ağacın üstüne zıpladım hemen ve beklemeye başladım. Biraz sonra dışarı çıktı ve etrafına bakınmaya başladı. Tam arkasına zıpladım ve kılıcımı tuttum. Onu yıldırım ateşinr sarmayı ihmal etmemiştim. Ateşin sıcaklığını hissetmiş olmalıydı, hemen arkasını döndü.
"Vay canına namın boşuna yürümüyo"
"Kes sesini niye burdasın"
"Tabiki seni yenmek için"
"Neden?"
"Ah bilmiyor musun?" dedi kılıcını havaya tutarak.
"Senin başına ödül koydular"
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bir bu eksikti şimdi tüm haydut sürüsü Başıma toplanıcaktı. Ben bunları düşünürken adam bana saldırmaya başladı. Düşüncelerden sıyrılıp hemen karşılık verdim. Güçlüydü ve işini biliyordu. Ben ise rastgele kılıç kullanmayı öğrenmiştim. Kılıcı değişikti diğerlerinin kullandığı gibi değildi. Beni şaşırttı son anda yandan gelen kılıcı fark ettim ve savuşturdum. Kılıç koluma denk geldi ve fazla derin olmayan bir kesik açtı. Yaramın iyleceğini sanıyordum ama iyleşmemişti. Bu demek oluyorduk ki beni öldürebilirdi. Tek elle devam ettim adam kılıçla üstten saldırınca tek elimle kılıcı yan tutup karşılık verdim. Dayanamayacaktım hemen bir çözüm bulmalıydım. Adam bu şekilde savunmasızdı. Galiba dövüşten nasibini almamıştı. Sırıtıp adamın karnına bir tekme attım. Yalpalayınca hemen üstüne geldim ve karnına kılıcı geçirdim. Adam yere yığılıp kaldı. Hemen kasabaya gidip koluma bakmalıydım. Adamın üstünden bir parça yırtıp kılıcımı temizledim ve onun kılıcını almak için eğildim. Kılıç birden yok oldu. Boşverdim ve hızı kullanarak kasabaya ilerlemeye başladım.
-Ufuk-
Şatoya geldiğimden bu yana eski hayatıma geri dönmüştüm. Yonca yoktu bu yüzdende tadı yoktu. Ona ders verdiği zamanları hatırladım. O sırada müdür onu çağırmak için birini göndermişti. Kızı gönderip müdürün odasına çıktım ve kapıyı tıklattım. İçerden "gir" sesi gelince içeri girdim. Müdür bana baktı ve oturmamı söyledi. Koltuğa oturup meraklı gözlerle müdüre baktım. Derin bir nefes aldı.
"En yakın Arden kasabasına gitmeni istiyorum. Zindan için ışık taşı gerekiyo"
Konuyu hemen anlamıştım. Demek zindanda ışık taşı eksiği vardı. Eğer ışık etkisi zayıflarsa kötü şeyler olurdu.
"Tamam efendim en kısa zamanda gelirim"
Dışarı çıktım ve hemen odaya gidip çantamı hazırladım. Buraya en yakın kasabaya hızı kullanarak öğle vakitlerinde anca yetişirdim. Anahtarla kasanın içini açtım ve gerekli parayı aldım. Dışarı çıktım ve yola koyuldum. Tahmin ettiğimden erken gelmiştim. Bu aralar hızlanıyordum. Kasabaya girerken kurt adam iç güdülerim beni uyardı. Yoğun kan kokusu alıyordum. Bu koyun veya başka bir hayvanın kan kokusu değildi bu insan kanının kokusuydu. Etrafa hızlıca bir göz gezdirdim. Arkamda pelerinli biri yürüyordu. Kolu kesikti ve etrafında kan vardı. Onda başka bir koku daha vardı. Tanıdık bir koku sanırım gözlerim birden parladı bu Yonca'nım kokusuydu. Heyecanla önünü kestim ve ona baktım. Kapşonunu indirip bana baktı. Ama bu Yonca değildi. Onun pelerininin bu çocukta ne işi vardı?
"Bu pelerini nereden buldun?"
"Bir abla verdi elime biraz para sıkıştırdı ve gönderdi"
"Tamam" dedim ve sırtını sıvazlayıp gönderdim. Yere çöktüm ve kokuları ayırt etmeye çalıştım. İşte yakaladım başka bir yerden de aynı koku geliyordu.
-Yonca-
Derin bir oh çekip duvara yaslandım. Nereye gelmiştim ben böyle? Sanırım şatoya yaklaşmıştım. Kolumdaki yaraya baktırmam gerekiyordu kanamam çoğalmıştı ve yeni bir pelerin almam gerekiyordu. Sıkıntıyla oflayıp son kez Ufuğa baktım. Yere çömelmişti ve benim olduğum tarafa gözleri kapalı bir şekilde döndü. İçime bir panik kapladı. Ona yakalanmamalıydım. Birden ayağa kalktı ve koşmaya başladı. Lanet olsun hemen çatıya zıpladım. Aşağıya baktığımda yaslandığım duvardaki kanı inceliyordu. Sonra etrafına bakınmaya başladı. Beni görmemesi gerekiyordu. Kolumu tuttum ve öbür çatıya zıpladım. Sonrada öbür çatıya ve aşağı indim. İzimi kaybettirmeliydim. Arkama baktığımda yoktu. Derin bir oh çektim ve önüme döndüm. Önüme dönmemle birine çarpmam bir oldu. Yere düşeceğim sırada beni tuttu. Kafamı kaldırınca içimden küfrettim. Karşımda Ufuk duruyordu ve yüzü pekde iyi gözükmüyordu.
"Cidden kurt adam iç güdülerimin seni bulamayacağını mı sandın?"
Ayağa kalktım ve yüzümü çevirdim. Onunla konuşmuyordum.
"Tamam biliyorum benimle konuşmuyorsun ama bırak da yarana bakayım"
Gerçekten yaram çok acıyordu. Tereddüt ettim ama yaramı iyleştirmesinde sıkıntı yoktu. Ara sokaklardan birine girdik ve beni biryere oturttu. Elimi kolumdan çektim. Koluma baktı ve yüzünü buruşturdu. Sonra elini kolumun üstüne koydu. Acı giderek azalıyordu. Biraz sonra kolum iyileşmişti. Teşekkür ederim gibi birşey mırıldandım ve gitmek için ayağa kalktım. Kolumdan tuttu ve beni kendine çevirdi.
"Gitme"
"Gitmem gerekiyo tamamlamam gereken şeyler var"
"Bende seninle gelim"
Gözlerimi şaşkınlıkla açtım. Hayır o gelemezdi.
"Olmaz bunu tek başıma yapmalıyım"
Yüzü düştü ama bişey demedi.
"Tamam"
Çatının birine zıpladım ve son kez dönüp el salladım. Gözleri parladı resmen. Önüme döndüm şimdi yapmam gereken şey kendime yeni bir pelerin almak olucaktı. Dükkana girdiğimde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Vay canına bu kadar çok renkte ve desende pelerin var olduğunu bilmiyordun.
"Yardımcı olabilir miyim?"
Sesin geldiği yöne baktım. Kasada yaşlı bir adam duruyordu. Elinideki tozu sirkeliyordu bir yandan da.
"Ah evet bir pelerin alıcaktım"
Gülümsedi.
"Nasıl birşey istersin?"
"Ah şey" parmağımla yanağımı kaşıdım. Aslında nasıl birşey istediğimi bilmiyordum
"Hmm demek bilmiyorsun. Söylesene küçük hanım bir sihirbaz mısın?"
"Şey değilim"
"O zaman şöyle bir göz gezdir bakalım" dedi. Etrafa bakmaya başladım. Sade bişey almam yeterli olurdu herhalde. Etrafıma bakındım ama hepsi cırtlak renkli ve desenliydi. Sonra kutuların yanında askının birinde tek başına asılı siyah bir pelerin gözüme takıldı. Yanına gittim tam dokunacakken adam yanımda belirdi ve onu kaptı.
"Bu satılık değil"
"Anladım sadece denemek istemiştim"
Gerçekten de öyle yumuşak duruyordu ki içimde dokunma hissi uyandırmıştı. Onu denemek istemiştim.
"Tamam deneyebilirsin" dedi adam bana uzatarak. Heyecanla elime aldım ve üstüme geçirip ipini bağladım. Çok güzel hafif ve rahattı. Birden beyaz bir ışık etrafı kapladı ve üstünde büyücülerin simgesi belirdi. Yaşlı adamın gözleri fal taşı gibi açılmış bana bakıyordu.
"Ssen sen bir büyücüsün"
Adama korkuyla döndüm. Bunu kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Sonunda ışık bitti ve simge kayboldu. Adamın yüzü birden ciddileşti.
"O pelerin benim üvey babama aitti. Bir büyücü pelerini. Ama onu cadılar öldürdü." dedi hüzünle. Adama üzülmüştüm. Birden gözleri parladı ve bana baktı.
"Onu yanına al bu ortam şartlarına göre renk değiştirir ve seni gizler. Ayrıca yırtıldığı zaman kendini onarabilir."
"Teşekkür ederim" dedim heyecanla.
Cebimden çıkardığım parayı ona uzattım. Yüzünü buruşturdu.
"Senden para almicam git ve bizi cadılardan kurtar" dedi. Son kez teşekkür edip oradan ayrıldım. Hemen devam etmeliydim. Hızı kullanıp kasabadan çıktım. Ormana girdiğimde yere haritayı serdim ve şatoyun yerini göstermesini istedim. Tahmin ettiğim gibi fazla uzakta değildi. Sıradaki yerime ilerlemeye karar verdim. Harita sıradaki yerimi belirleyince yola koyuldum.
-Ufuk-
Işık taşlarını alıp şatoya geri döndüm. Safkan olduğum için zindan benim için daha tehlikeli olmuştu bu yüzden ışık taşlarını görevlilere verip oradan ayrıldım. Hava kararmıştı ve yıldızlar pırıl pırıl parlıyordu. Taşın üstüne oturup gökyüzüne baktım. Yoncayı düşünmeye başladım. Sanki değişmişti. Gözlerindeki masumluğu yitirmiş gibiydi. Bana nasıl baktığını hatırlayınca içim ürperdi. O artık daha olgundu.
"Hey" dedi Alan elini omzuma koyarak. Bu arada Alan Yoncaya anne diyen çocuğun adı. Gülümsedim yıldızlara bakarak.
"Ne yapıyorsun?"
"Yıldızları izliyorum"
"Şimdş fark ettimde gerçekten güzel görünüyorlar acaba annem ne yapıyor?"
Acaba ne yapıyordur?
-Yonca-
Başımı bir taşa yasladım ve yıldızlara baktım. Sıradaki yerim bir günlük mesafedeydi. Yine bir kasabadaydı. Biraz dinlenip yola koyulmam gerekiyordu. Aldığım kitapların birinde koruma çemberinden söz ediliyordu. Onu yapmayı denemeliydim. Kitapta yere oturmamı söylüyordu. Yere oturdum bir yandan da kitabı tutmaya çalışıyordum. Elimi havaya kaldırdım ve sözleri söyledim.
"Koru beni" diye fısıldadım ve bağırdım. Çünkü öyle yazıyordu.
"Koruma çemberi çık ortaya"
Etrafımda su yeşili bir ışık parıldadı. Enerjiden dolayı saçlarım uçuşuyordu. Gülümsedim başarmıştım. Artık rahat bir şekilde uyuyabilirdim. Yere uzandım ve yorgunlukla gözlerimi kapattım.
Sabahın ilk ışıkları yüzüme vurmaya başlarken gözlerimi açtım. Doğru yapacak çok şey vardı. Ayağa kalktım ve uykulu bir şekilde esnedim. Artık iş başı yapma vaktiydi.
Akşamın karanlığında istediğim yere varmıştım. Ama gördüklerim karşısında bir kez daha şok oldum. Evet burası bir kasabaydı ama terk edilmiş bir kasabaydı. Sisli bir havası vardı ve evlerin içi karanlıktı. Tüylerim diken diken oldu. Yavaşça adımımı atıp bu terk edilmiş yere girdim. Sessizlik hüküm sürüyordu çıt bile yoktu. Sanki bir evin yanında bir gölge geçer gibi oldu. Hemen oraya döndüm ama kimseler yoktu. Tuhaf bir his içimi kapladı. Haritayı çıkardım ve gireceğim eve baktım. Diğerlerinden iyi durumdaydı. Kapıyı tekmeleyere açtım ve bir süre kapıda durdum. Hiç birşey olmamıştı. Elimi havada tutup içeri girdim. İşte orada masanın üstünde bir kitap duruyordu. Dikkatim hemen dağılmıştı. Kitabı elime aldım ve incelemeye koyuldum derken arkadan bir ses geldi.
"Ah sonunda geldin"
Bir kadın sesiydi. O tarafa döndüm. Pembe saçlı bir kadın duvara yaslanmış bana bakıyordu. Yüzündeki sırıtış hiç hoş değildi.

Son Büyücü(Tamirde :D)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin